28 Mayıs 2010 Cuma

Küreselleşme ve Sosyal Politika

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 10 / 1 (2008). 163 – 180

KÜRESEL ETKİLERLE ŞEKİLLENEN SOSYAL POLİTİKA

ANLAYIŞI EKSENİNDE SOSYAL POLİTİKALARIN

GELECEĞİNİ TARTIŞMAK


Mehmet Merve ÖZAYDIN

Öz:

Bilim dünyasında son çeyrek asırdır yapılan tartışmaların önemli bir

bölümü küreselleşme temelinde gerçekleşmektedir. Başlangıçta ekonomik

niteliği ile algılanan bu kavramın, ilerleyen süreçte bunun çok ötesinde etkilere

sahip olduğu görülmüştür. Çok disiplinli ve kapsamlı bir çalışma sahası olan

sosyal politikanın son dönemlerde yaşadığı dönüşüm üzerine yapılan

tartışmalar, küreselleşme etkilerini hatırlatmakta ve sorgulatmaktadır.

Küreselleşmenin sosyal politika araçlarında üzerinde oluşturduğu eti,

gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm toplumları derinden etkilemiştir Sosyal

politikaların temel belirleyicileri olan aktörlerin kısmen ya da tamamen

güçlerini kaybetmeleri, yeni dönemde sosyal politikaların geleceğine ilişkin

belirsizlikleri ve endişeleri artırmıştır. Her iki konunun da kavramsal

analizindeki güçlükler, iki kavram arasındaki ilişkinin çok boyutlu bir şekilde

analizini gerekli kılmaktadır. Bu “çok boyutluluk” temelinde hazırlanan

çalışma, küreselleşmenin sosyal politika araçları üzerindeki etkilerinin

analizine yöneliktir. Bu etkiler sonucunda şekillenen yapının nasıl bir sosyal

politika anlayışını ortaya çıkaracağı ise merakla beklenmektedir. Bu çerçevede

çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yeni sosyal politika anlayışının,

küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni bir form mu, yoksa sosyal politikanın

yeniden tanımlanması mı olduğu sorularına cevap aranacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sosyal Politika, Küreselleşme, Sosyal Devlet, Sivil

Toplum, Refah Devleti.

DİSCUSSİNG THE FUTURE OF SOCİAL POLİCY İN THE

EXTENT TO SOCİAL POLİCY COMPREHENSİON FORMED

BY GLOBAL EFFECTS

Abstract:

In science world, a major part of the issues that have been handled in the

last quarter are based on globalization. Initially, this concept has been


Dr., Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri

İlişkileri Bölümü, ozaydin@gazi.edu.tr.

164 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

perceived with its economic essence but in the progressive process its far

beyond influences have been seen. The discussion on the alternation of social

policy, which has a multi-disciplined and extensive working area, reminds and

questions the effects of globalization. The effects of globalization at the social

policy means have appeared in all societies whether they are developed or not.

Becoming powerless of the actors that are the main determiners of social

policies completely or partly has increased the uncertainties and worries about

the future of social policies. The difficulties of the conceptual analysis for both

issues necessitate a multidimensional analysis of the relation between these two

concepts. This study, which is prepared based upon this “multidimensionality”,

aimed at the analysis of the effects of globalization on social policy vehicles. It

is also being awaited impatiently that what sort of social policy comprehension

will be arose by the structure which has taken form in consequence of these

effects? In this frame, in the following chapters of this study, the answer of the

questions whether the new social policy comprehension is a new form revealed

by globalization or an anew definition of social policy will be seek.

Keywords: Social Policy, Globalization, Social State, Civil Society, Welfare

State.

GİRİŞ

Birçok tarihçi ve bilim adamı tarafından dünya tarihinde bir geçiş noktası olarak

kabul edilen Sanayi Devrimi, ekonomik bir devrim ve başarı olmanın yanında, klasik

liberalizm uygulamasının etkisiyle her türlü müdahaleden uzak düzenlenen toplumsal

yapısıyla da bir başarısızlığın ve sefaletin nedeni olmuştur. Sanayi Devriminin ilk

dönemlerinden itibaren sistemin daha insani bir nitelik kazanması için çaba harcayan

sosyal politika da, bu süreçte bir denge anlayışı olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal

politikanın bu yaklaşımı, kimi kesimlerce sistemin devamlılığını amaçlayan ve sistem

için çalışan bir mekanizma olmakla hümanist eleştirilere uğrarken, büyük bir kesim

içinse kapitalizmin vicdanı olarak olumlu değerlendirilmiştir.

II Dünya Savaşından sonra batı dünyasında ekonomik gelişmenin insan ve

toplum temelli olarak ele alınmasında büyük bir işlev gören sosyal politika, en ileri ve

modern uygulamalarını da bu dönemde ortaya koymuştur. Keynezyen iktisat

anlayışının kamusal müdahalelere imkân veren niteliği, devletin sosyal niteliğini

geliştirerek, refah devletine olan yolculuğu başlatmıştır. Ancak sürekli büyüyen

sermayenin, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle ulusötesi bir nitelik kazanması, ulus

devlet yapılarının müdahale alnını daraltırken, işlevlerini de önemli ölçüde

sınırlamıştır.

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde devletin yeniden düzenlenmesine yönelik

tartışmalar, devletin gücünün ve ideal boyutunun ne olması gerektiği üzerinde

odaklanmıştır. Bu durum bilinen en eski ve güçlü sosyal politika düzenleyicisi olan

devletin, sosyal politikalar üzerindeki rolünün sorgulanmasına ve sosyal politikaların

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 165

Geleceğini Tartışmak

geleceğine yönelik tartışmaların büyümesine neden olmuştur. Çalışmamızın kapsamı

tüm bu tartışmaları içerecek düzeyde bir ölçeğe sahip olmadığından, bu iddialar

içerisinde sosyal politikaların küresel bir nitelik kazandığı iddiası üzerinde durulacak

ve bunun sosyal politikaların geleceğine yönelik yapılan tartışmalardaki önemine

değinilecektir.

I) KÜRESELLEŞME KAVRAMI VE SOSYAL POLİTİKA

İLİŞKİSİ

Sanayi Devrimi sürecinin ve uygulamalarının bir sonucu olarak şekillenen ve

bilimsel bir niteliğe kavuşan sosyal politika anlayışı, ekonomik ve sosyal sistemin

devamını sağlamaya yönelik önlemler bütünü olarak otaya çıkmıştır. Sosyal politika

kuramcılarından ve Türkiye’de de sosyal politikanın bilimsel öncülerinden olan

Gerhard Kessler’in sosyal politikayı, “sosyal sınıfların hareketleri, tezatları ve

mücadeleleri karşısında devleti ve hukuk düzenini ayakta tutmaya ve idame etmeğe

matuf bir siyaset” (Kessler, 1948:12) olarak tanımlaması da bu gerçeği vurgulamak-

tadır. Sanayi Devrimi sürecinin ortaya çıkardığı en önemli ve yeni değişim, “çalışma”

ve “çalışan” kavramları üzerinde olmuştur. Hakim iktisat ve yönetim düşüncesinin

müdahaleyi reddeden tutumu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan sorunlar, sosyal

politikanın “çalışma” ekseninde gelişen bir yapıya sahip olmasına neden olmuştur.

Sosyal politikanın tanımlanmasına ilişkin güçlükler, bu sahanın diğer konularla

ilişkisinin kurulmasında ciddi zorluklar yaratmaktadır. Kapsam, uygulama sahası ve

zaman dilimi itibarıyla farklı tanımlamaların geçerli olması, tutarlı bir disiplin olma

niteliğini zedelemektedir. Bu tanımları oluşturan kavramların, tarihsel süreç içerisinde

sürekli ve köklü değişimlere uğraması da, bir başka önemli sorun olarak karşımıza

çıkmaktadır. Sorun sadece bir tanımlama güçlüğü olmasının ötesinde, uygulamalarda

da farklılaşan bir karakter arz etmektedir. Bu çerçevede, birbirine yakın sosyo-kültürel

değerlere sahip olan ülkeler arasında dahi önemli farkların ortaya çıktığı görülmüştür.

Anglo-Sakson geleneğinde sosyal politika, eğitim, sağlık, kişisel sosyal hizmetler,

sosyal güvenlik ve konut hizmetlerinin kolektif olarak sağlanması ile ilgili bir

uygulama alanına sahiptir. Bu hizmetlerin sunumundaki etkinlik ve verimlilik, hizmet-

leri kimin sağladığı ve hizmet sağlayanların kime karşı sorumlu olduğu konuları sosyal

politikanın başlıca unsurlarıdır. Kıta Avrupası’nda ise sosyal politika terimi daha çok

emek piyasasına mahsus kurumlar ve ilişkileri, özellikle de işçi haklarını ve sosyal

ortaklar arasındaki anlaşma çerçevesini ifade etmektedir.(Kleinman,2006:159)

Sosyal politikanın tanımlanmasındaki diğer bir sorun ise, çözüm önerilerinde

“neyin daha iyi” olduğunun kabullenilmesinde tek bir yolun bulunmayışıdır. Bunun

nedeni, toplumda yaşayan bireyler ve gruplar arasında var olan değer yargılarındaki

farklılaşmalardır. Değer yargılarının subjektif niteliği, sosyal politikaların bilimsel

bulgularının önünde bir engel teşkil etmektedir. Ölçme ve benzeri bilimsel yöntemlerin

166 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

kullanılmasına ve çözümlerin bunlarla irtibatlandırılmasına karşın, uygulamalar,

bireysel ve toplumsal tutumlarla sıklıkla itirazlara uğramaktadır.(Erskine,2003:11-12)

İçinde yaşadığımız dünyada meydana gelen değişim ve dönüşümü ifade etmekte

özellikle son çeyrek yüzyılda sıklıkla kullandığımız küreselleşme kavramı, başlangıçta

ekonomik niteliği ile dikkat çekmiştir. Sosyal politika tanımının yapılmasındaki

zorluklara benzer bir durum küreselleşme için de geçerlidir. Kavramın bilimsel bir

tanımın yapılmasına ilişkin çabalardan çok, kavram karşısında alınan ideolojik

tutumlar, kavramın tanımlanmasında etkili olmaktadır. Bu durum küreselleşmenin ya

tozpembe bir dünyanın bütün olumlu gelişmelerinin nedeni olarak görülmesini, ya da

yaşanan tüm ekonomik ve sosyal olumsuzlukların kaynağında küresel etkilerin

aranması sonucunu doğurmaktadır. Çok farklılaşan ve birbirinden kesin olarak ayrılan

tanımlamalar istisna edildiğinde küreselleşmeyi, “yaşadığımız dünyada, uluslar,

toplumlar ve yerel gruplar arası karşılıklı ilişkilerin ve etkileşimlerin genişlemesi,

derinleşmesi ve hızlanması ile ilgili tüm eğilimler ve olguları kapsayıcı bir nitelik”

(DPT,2000:1) olarak ifade edebilmek mümkün olacaktır.

Bu düzeyde bir genişliğe ve kavramsal belirsizliğe sahip iki kavram arasındaki

ilişkilerin incelenmesi şüphesiz daha kapsamlı bir araştırmanın konusu durumundadır.

Ekonomik, toplumsal, siyasi ve kültürel birçok açılıma sahip iki konu arasındaki

etkileşimin sadece bir temas noktası üzerinden analizinin yapılması da doğru

olmayacaktır. Bu çerçevede makale içerisinde küreselleşmenin klasik sosyal politika

araçları üzerinde oluşturduğu etkilerden ve etkileşim sonucunda yeni bir sosyal politika

anlayışının ortaya çıkıp çıkmadığı sorusundan hareketle bir çözümleme getirilmeye

çalışılacaktır.

II) KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE SOSYAL POLİTİKANIN

DÖNÜŞÜMÜ

Küreselleşmenin sosyal politikalar üzerinde sahip olduğu etkilerin analizi, ancak

sosyal politika araçları üzerinde yarattığı baskının ortaya konulması ile mümkün

olacaktır. Bu araçlarda zamana, coğrafyaya, ülkelere ve uygulanan sosyo-ekonomik

modellere göre farklılıklar yanşasa da, temel işlevlerin yerine getirilmesindeki

etkinlikleri açısından, herkesçe kabul edilen araçlar mevcuttur. Bunlar; en eski ve etkili

sosyal politika aracı olan kamu müdahalesi, Sanayi Devrimi sonucunda sınıfsal bir

niteliğe sahip olan ve çalışanların kendi aralarında bilinçli örgütlenmelerini ifade eden

kendi kendine yardım mekanizması ve bunların etkileriyle dönüşen siyasal

yapılanmalardır.

Sosyal politika üzerindeki küresel etkilerin sadece birkaç temel araçla sınırlı

kalmadığını da hemen ifade etmeliyiz. Bu çerçevede küreselleşmenin sosyal politika

üzerindeki bir diğer etkisi de, sosyal politikaların içinde şekillendiği toplumu

etkilemesidir. İçinde yaşadığımız dönemde, “risk”, “belirsizlik”, “güvensizlik”,

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 167

Geleceğini Tartışmak

“eşitsizlik” gibi kavramların, küreselleşmenin toplumsal sonuçlarını ifade ederken

sıklıkla kullanıldığına şahit olunmaktadır.(Bozkurt,2005:349) Sistemin devamlılığını

amaçlayarak, bireylerin geleceğe yönelik endişelerinin azaltılmasında önemli bir

fonksiyona sahip olan sosyal politikanın, küresel etkilerin şekillendirdiği bir toplumda

mevcut etkinliğini sürdüremeyeceği açıktır.

Küreselleşmenin sosyal politikalar üzerindeki bir diğer etkisi de özellikle

ekonomik karakterinden kaynaklanan nedenlerle ekonomik yapıyı ve bu yapının içinde

şekillenen çalışma ilişkilerini dönüştürmesidir. Çalışma ilişkilerindeki bu dönüşüm,

çalışma hayatı ve ilişkileri üzerinden bir kurguya sahip olan sosyal politikanın zeminini

kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bu yeni durum sosyal politikayı, ya yeni çalışma

ilişkileri temelinde sınırlı bir anlayışı tercih etme ya da sosyal politika temelini çalışma

ilişkileri dışına taşıma gibi bir tercihte bulunmak zorunda bırakmıştır.

A) Devletin Sosyal Niteliğinde Yaşanan Değişim ve Kamu

Müdahalesinin Güç Kaybı

1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin ve sonrasında yaşanan sürekli ve

yaygın işsizliğin suçlusu olarak sosyal liberalizm uygulamaları ve Keynezyen iktisat

anlayışı gösterilmiştir. Keynezyen iktisat politikalarıyla sürekli genişleyen ve

hantallaşan devlet, harcamaları sürekli artan ve gelirlerini aynı oranda artıramadığı için

para basarak enflasyon yaratan bir niteliğe sahip olmuştur. Açıkların kapatılmasındaki

iç ve dış borçlar devletin manevra kabiliyetini önemli ölçüde kaybetmesine neden

olmuştur. Sosyal devlet anlayışı içerisinde devletin yeniden dağıtımcı rolü, kamusal

alanlardan daha fazla yararlanmak isteyenleri devlete yaklaştırmış, siyasetçilerle her

türlü pazarlığa girişilen ve popülist politikalara prim verilen yeni bir ortamın

doğmasına neden olmuştur.(Acar,2007:45)

Küreselleşmenin sosyal politikaların düzenleyicisi olan devlet üzerindeki

etkilerini doğru analiz edebilmenin temel şartı, sosyal devletin ne tür bir fonksiyona

sahip olduğunun anlaşılmasından geçmektedir. Sosyal devletin sadece, kapitalist

ilişkiler sisteminde sınıflar arası uzlaşma anlayışı olarak ele alınmasının, sosyal

devletin ve ona yönelik değişimin analizinde yeterli olmayacağı açıktır. Sosyal devlet

anlayışı öncelikle refahın toplumsallaşmasını sağlayarak, sınıfsal farklılıklara dayalı

batı toplumsal yapısını orta sınıflar lehine değiştirmiştir. Sosyal devlet anlayışı ile

toplum, gelecek endişelerinden uzak ve geleceğini kurmaya katılan özgür bir sivil

topluma dönüşmüştür. Bireyi, topluma ve devlete karşı koruyacak ara mekanizmaları

yaratmış olması, sosyal devletin diğer bir özelliği olarak dikkat çekmektedir. Eğitimin

yaygınlaştırılması ve teknolojik gelişmelere cevap verebilen insan gücünün sağlanması,

sosyal devlet anlayışının ekonomik ihtiyaçlara da cevap veren niteliğini ortaya

çıkarmıştır. Son olarak demokratik devletle birlikte refah devletini ortaya çıkarması,

sosyal devletin kapitalist ilişkilere rağmen dönüşümü gerçekleştirme gücünü

göstermiştir. Sosyal devletin sağladığı bu başarı kapitalist düşünce sistemini ortadan

168 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

kaldıramamış, uluslararası ölçekte yeni ilişkiler konseptinin yaratılması ile sosyal

devletin yarattığı uzlaşma sahası tehdit edilmeye başlanmıştır.(Bilgin,2007:212-214)

Küresel etkiler çerçevesinde analiz edilen sosyal devletin 1980’li yılların

başından itibaren yaşadığı dönüşüm, ulus devlet anlayışının aşındırılması ile birlikte ele

alınmalıdır. Yeni dönemde ulus devletin aşılması iki boyutta gerçekleşmiştir.

(Kazgan,2002:34) Bunlardan ilki, ulus devletin ekonomik yetkilerini artan oranlı olarak

ulusüstü kurumlara devretmesidir. Ulusüstü kurumların bir kısmını, küresel çapta

üyeleri bulunan Uluslaraarsı Para Fonu (IMF), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği

Teşkilatı (OECD) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kuruluşlar oluştururken, diğer

bir kısmını ise bölgesel işbirliği antlaşmaları oluşturmaktadır. Ulus devletin

aşılmasındaki ikinci boyut, yerel yönetimlerin güçlendirilerek, merkezi devlet

olanaklarının, yetki ve sorumluluklarının kendi içindeki alt birimlere devredilmesidir.

Yerel yönetimlerin özerkleşmesi, devlete olan bağlılığın azalmasına ve devletin sadece

bir ara örgüt haline dönüşmesine neden olmaktadır.

Küreselleşme sürecinin devlet üzerindeki etkisinin bir sonucu olarak

1980’lerden sonra devletin doğrudan mal ve hizmet üreticisi olma konumunu terk

etmesi, daha ziyade düzenleyici rolü ile ortaya çıkmasına neden olmuştur. Devletin

düzenleyici rolü üzerindeki eleştirilerle ekonomiye müdahale alanı daraltılmaya

çalışılmış, piyasalara ve rekabet gücüne daha fazla önem verilerek devletin

küçültülmesi ve temel fonksiyonlarına döndürülmesi planlanmıştır.(Özdemir,2004:47)

Küreselleşen piyasalarda sermaye hareketleri önündeki engellerin kaldırılması

ve serbest ticaret kurallarının uygulanması, devletin ekonomi üzerindeki müdahale

alanını sınırlamış, buna rağmen gerçekleşen müdahaleler cezalandırılmıştır. Yeni

dönemde ekonomi ve politika birbirinden ayrılmış, ekonomi, politikanın düşüşü

pahasına yükselmiştir. Piyasaların güçlenmesi ve yarattığı sonuçlar küresel rekabetle

meşrulaştırılıp ulusal kontrolün dışına taşındıkça, ulus devletlerin ekonomik sonuçları

kontrol ya da değiştirme kapasiteleri azalmıştır. Ulus devlet artık kendi otoritesiyle ve

tüm boyutlarıyla politik sonuçlar yaratmaya muktedir olan, yöneten bir güç değil

yönetişim biçimlerinin önerildiği ve bu şekilde meşrulaştırılarak kontrol edilen bir

konumda görülmektedir. (Hirst;Thompson,2003:222)

1980’li yıllardan itibaren devletin küçülmesi bağlamında yaygınlık kazanan

küresel politikalar; özelleştirme politikaları, uluslararası sermayenin önündeki milli

engellerin kaldırılması ile kalkınma ve sanayileşme politikalarının merkez ülkelerce

kontrol altına alınması şeklinde kendisini göstermiştir. Özelleştirme politikaları, tekelci

sermayenin önündeki rekabet engellerinin kaldırılması ya da gelişmekte olan ülkelerin

kalkınma aracı olarak kullandıkları kuruluşların iç piyasaları kontrol amacıyla ele

geçirmesine hizmet etmiştir. Bu durum, küresel sermayenin önündeki ulusal engellerin

kaldırılmasına, gelişmekte olan ülkelerde krizlerin derinleşmesine, borçların artmasına

ve yoksulluğun yaygınlaşmasına neden olmuştur. Toplumsal ilişkilerde müzakere

süreçlerini ve müzakere aktörleri olan sendikaları yetersiz bulan küresel aktörler, sosyal

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 169

Geleceğini Tartışmak

güvenlik kurumlarından bütün sosyal fonlara kadar sosyal devletin ürettiği bütün

yapıları tasfiye etme çabası içine girmişlerdir.(Bilgin, 2005:13)

B) Kendi Kendine Yardım Mekanizmasının Çözülmesi

Sosyal politikanın gelişmesindeki en önemli araçlarından biri olarak kendi

kendine yardım mekanizmaları, demokratik sistemler içerisinde çalışanların haklarını

geliştirebilmelerinin bir aracı olarak görülmüş ve bu uygulamaları ile sosyal

politikaların vazgeçilmez bir aracı niteliğini kazanmışlardır. İstihdam ilişkilerinde

ortalama vasıfsız işçiyi esas alarak kitlesel pazarlık güçlerini ön plana çıkartan

sendikacılık anlayışı, küreselleşme etkileri ile endüstri ilişkileri sisteminde yaşanan

değişimin sonucunda önemli bir güç kaybına uğramıştır. Yaşanan teknolojik

gelişmelerin ortaya çıkardığı değişim, endüstri ilişkileri sistemindeki kurumların rolleri

ve güçlerinin azalmasına ve bireyciliğin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Üretim ve

organizasyon yapısındaki değişimlere, işgücünün yapısal değişimlerinin de eklenmesi

sendikacılık üzerindeki olumsuzlukları derinleştirmiştir. İşgücünün nitelik düzeyindeki

artış, bireyselcilik ekseninde kendi beceri ve vasıflarına güvenen yeni çalışan tipini

ortaya çıkarmıştır. Bu da, sendikaların sadece sosyolojik bir kuvvet ve baskı aracı

olarak öneminin azalmasını değil, çalışanlar için bir ihtiyaç olmaktan çıkmasını da

gündeme getirmiştir.(Kurtulmuş,1996:199)

Küreselleşmenin örgütlenmeye ilişkin bir diğer etkisi de “çalışma” kavramının

ortadan kaldırılmasına yönelik yarattığı baskı ile ortaya çıkmaktadır. Postfordist üretim

anlayışının talep farklılaşmalarını sağlamak amacı ile üretimin esnek yapılandırılmasını

öngören yaklaşımı, “ücretli çalışma” anlayışını olumsuz etkilemektedir. İşletme

içerisinde ihtiyaç duyulan hizmetlerin dışarıdan sağlanabilmesi, kapitalist anlayışın

XIX. yüzyılın başındaki toplumsal koşullara geri dönmesine olanak sağlamıştır. Sosyal

güvenceden, izin haklarından, tazminatlardan yoksun taşeron işçileri, yeni dönemin

sefaletini yansıtan çalışan grup olarak ortaya çıkmıştır. Dışarıdan hizmet sağlama,

çalışmanın ücretlendirilmesini, bireysel olarak çalışma talebinde bulunanların her biri

ile şirket arasında yapılan pazarlık konusu haline getirerek esnekleşmeyi tamam-

lamaktadır. Böylece sermaye, ücretli işçi ilişkilerini ortadan kaldırarak, kolektif

hareketlerle elde edilen sınırlar üzerinde ilerleme sağlamıştır. Kolektif pazarlığın yerine

bireysel pazarlığı, konvansiyonel ücretlerin yerine bireyselleştirilmiş ve değiştirilebilir

ücretleri, ücretli çalışan ilişkilerinin yerine ticari ilişkileri geçiren sermaye, çalışanlar

üzerinde, yönetim iktidarının ve makine baskılarının yerine, birbirleriyle rekabet ederek

parçalanmış bireylerin ilişkilerini düzenleyen ve piyasa tarafından belirlenen kurallar

bütününü ikame etmektedir.(Gorz,2001:76)

Küreselleşme sürecinde uygulanan yapısal uyum programları, çalışan yoksulları,

işçi hareketlerini, toplumsal hareketleri ve dolayısıyla sendikalizmi derinden

etkilemiştir. Hemen hemen tüm dünyada 1980 sonrasında sendikacılık oranlarında

ciddi düşüşler meydana gelmiştir. Sendikaların küreselleşmeyle serbest kalan güçlere

170 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

verdiği kuvvetli tepkiler olsa da bunların çok sınırlı kaldığını söylemek mümkündür.

Bu dönem boyunca emeğin toplumsal alandaki gücünü önemli ölçüde kaybettiğine

şahit olunmuştur.(Munck, 2003:156)

Yeni teknolojiler, işletmelerin yeniden yapılanmasıyla, üretim, örgütlenme ve

yönetim anlayışlarını değiştirmiş ve işletmeler bu gelişmelere yanıt verecek nitelikte

işgücünü talep eder duruma gelmişlerdir. Bu örgütlenme anlayışında az sayıda nitelikli

işgücü için doyurucu çalışma koşulları sunulmakta ve onlara yeniden eğitim gibi

sürekli yatırımlar yapılırken, toplam kalite ve insan kaynakları yönetimi gibi

uygulamalar da gündeme gelmektedir. Bu tür işgücü için sendikal dayanışma giderek

önemini yitirmekte ve esnek yapılanma içerisinde istihdam ve çalışma koşullarında

farklılıklar içeren bir işgücü oluşmaktadır. İşgücü yapısının karmaşık ve bölünmüş

niteliği, hem bu işgücünü örgütleyebilme hem de onların farklılaşan çıkarlarını temsil

sorununu ortaya çıkarmaktadır. İşyerinde iş güvencesini güçlendirmeye çalışan

sendikalar, bunu başardıkları ölçüde işgücü piyasasının güvenceli ve güvencesiz işler

olarak ikiye ayrılması düşüncesini güçlendirmektedirler. Daha iyi çalışma koşulları ve

kısa süreli çalışma talepleri bir yandan esnek işgücü kullanımını özendirirken diğer

taraftan bu gerçeğin sendikalarca kabul edilmesine neden olmaktadır.(Koray,1998:366)

Sendikal yapıların güç kaybetmesinde diğer bir etken de, işsizliğin uzun süreli

yaygın bir nitelik kazanması olmuştur. Avrupa Topluluğu ülkelerinde 1970’li yılların

başında %4 dolayında olan işsizlik oranı, 1980’lerin sonlarına doğru %11’lere

ulaşmıştır. Uzun süreli yaygın işsizlik, sendikaların üye sayılarını artırmaları ve toplu

pazarlık güçlerini korumaları önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Sendikal yapıların

çalışanları için yaptığı mücadelenin yanına işsizlikle mücadelenin de eklenmesi,

değişik çıkarların bir arada korunması zorunluluğunu getirmekte ve başarı şanslarını

azaltmaktadır. (Koray,1992:124) İşsizliğin yeni işler yaratılamaması şeklinde gelişen

doğası, sosyal bir sorun olarak büyümesine neden olmuştur. Yeni dönemde istihdamın

sektörel dağılımına ilişkin tablo da örgütlü çalışan hareketlerini olumsuz etkile-

mektedir. Yeni teknolojilerin daha çok hizmet sektöründeki istihdamı artırması ve bu

sektördeki yoğun esneklik uygulamaları nedeniyle sendikaların gücü olumsuz yönde

etkilenmiştir. Az sayıda nitelikli işçinin sürekli işgücü haline gelmesi, işkolu

sendikacılığı yerine daha etkisiz bir sendikacılık uygulaması olan işyeri sendikacılığını

geliştirmiştir. Ayrıca esnek üretim ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin ön plana

çıkması, kitle sendikacılığını tehdit etmektedir. (Yalınpala,2002:297)

C) Neo-Liberal Politikalar Etkisindeki Siyasetin Dönüşümü ve

“Sosyal Politikasız” Siyaset

II. Dünya Savaşı’nı takip eden otuz yıllık dönemde Batı’da sosyal uzlaşının ve

sosyal politikaların güç kazanmasını sağlayan unsurların önemli ayaklarından biri

siyasi yapı içerisinde sosyal politika savunmasını yapan partilerin güç kazanması

olmuştur. Bu çerçevede başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede, sosyal politika

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 171

Geleceğini Tartışmak

savunmasını yapan sosyal demokrat, sosyalist ve işçi partileri altın dönemlerini

yaşamışlar ve uzun yıllar iktidarda kalmayı başarmışlardır. Sosyal devletin başarısını

ifade etmekte kullanılan birçok sosyal politika uygulaması, bu siyasi partilerin etkin

mücadeleleri sonucunda yerine getirilmiştir. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren

sosyal devletin vaatlerini yerine getirmekte yetersiz kalması, arkasındaki toplumsal

desteğin düşmesine neden olmuştur. Bu gelişme sosyal devletin uygulayıcısı olan

sosyal demokrat partilerin güç kaybetmesine, bunun karşısında israfları azaltarak

hükümeti etkinleştirme vaatlerinde bulunan muhafazakâr partilerin toplum tarafından

desteklenmesine yol açmıştır.

Sosyal demokrat partilerin güç kaybetmesinde iki temel etkenden söz etmek

mümkündür. Bunlardan biri işçi sınıfının sayıca gerilemesi, diğeri ise sosyal demokrat

partilerin işçi sınıfındaki tabanlarının kaymasıdır. 1980’lerden itibaren işçi sınıfı, sosyal

demokrasinin referans seçmen kaynağı olmaktan çıkmış ve sosyal demokrasi hareketi

orta sınıftan da gelen talepler karşısında farklı talepleri uzlaştırıcı bir niteliğe dönüşmek

zorunda kalmıştır. Sosyal demokrasiye soldan gelen baskıların yanı sıra neo-liberal sağ

da önemli bir rakip olarak ortaya çıkmıştır. Klasik sosyal demokrasi politikalarının terk

edilmesi, bu iki gelişmenin bir sonucu olarak açıklanabilmektedir. Bu süreçte sosyal

demokrat partiler, heterojen seçmen kitlesini tatmin edecek kapsayıcı politikalara

yönelmişlerdir. Klasik eşitlik söylemi tarihe karışırken “modernite”, “uzmanlık”,

“etkililik” temaları gündeme taşınmıştır. Bu gelişmeler sonucunda sosyal demokrasi

hareketi post-materyalist ve liberal düşüncelere açılma eğilimi duymuştur.

(Marliere,2007:73)

1980’lerin başından itibaren krizlerden çıkış amaçlı ortaya konulan ekonomik

yapısal düzenleme programları sosyal politika sorunlarının daha da artmasına yol

açarken, topluma da ciddi sosyal maliyetler yüklemiştir. Kriz etkilerinin aşılmasında

neo-liberal yaklaşımlar ön planda tutulmuştur. Bu model ekonomide piyasa

kontrolünün kaldırılması, ticari liberalizasyon ve kamu sektörünün bölünmesiyle

karakterize edilmiştir. Devletin sosyal gelişme konusundaki bütünleyici rolü terk

edilirken onun yerine finansal sektöre gelir pompalayan, vergi politikası ve faiz

oranları ile piyasa işleyişine yardımcı bir anlayış ortaya çıkmıştır.

Neo-liberal sosyal politika anlayışı finansal politikalarla sermaye birikiminin

gelişimine katkı sağlamaktadır. Birçok Latin Amerika ülkesinde sosyal güvenlik

sistemlerinin özelleştirilmesi, finansal kaynakların özel sermayeye devredilmesine ve

sermaye birikimine yol açmıştır. Neo-liberal politikaların sosyal politikalar üzerindeki

ikinci etkisi hedef belirlemedir. Fonların daraltılması sosyal politikaları önemli ölçüde

etkilemektedir. Neo-liberal politikalar baskı grubu niteliğindeki sosyal gruplara yönelik

politikalar geliştirirken, kırsal yoksullar ve kayıtdışı sektör çalışanları bu kapsamın

dışında kalmaktadır.(Şenkal,2005:157)

Yeni liberal çözümlemenin doğal uzantılarından biri de minimal devlet

anlayışıdır. Buna göre, toplumun zenginleşmesi, insanların özgürleşmesi ve toplumun

172 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

ileriye gitmesi için devletin ekonomik alanlardaki düzenleme fonksiyonunun tasfiye

edilmesi gerekmektedir. Bu anlayış refah devletinin ortadan kalkmasını, devletin

ekonomik alandaki işlev ve girişimlerinin pazara devredilmesini ve devletin sadece

yasa ve düzen sağlamakla görevli olmasını hedeflemektedir.(Şenkal,2005:137)

Neo-liberal politikalarla şekillenen küreselleşme süreci, sosyal demokrasi

anlayışı açısından birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Eski dönemde savunulan

müdahaleci devlet anlayışına yeniden güncellik kazandırılması artık mümkün

olmamakla birlikte, küreselleşmeden kaynaklanan zenginliğin sınıflar ve uluslar

arasında dengeli bir şekilde paylaştırılması için sıkı düzenlemeler gerekmektedir.

Ancak bunun için genel kabul gören iktisat kanunlarına meydan okumak ve uluslararası

güçlerle mücadele etmek gerekecektir. Böyle bir gelişme de sosyal demokrasinin

1980’li ve 90’lı yıllarda güçlükle elde ettiği saygın ve sorumlu siyaset imajını tehlikeye

sokacaktır. Bu sonuçlardan kaçınan sosyal demokrasi hareketi, neo-liberal küresel-

leşmenin aşırılıklarını kınamakla yetinmekte ve buna karşın ciddi bir alternatifinin

bulunmadığını da itiraf etmektedir. (Marliere, 2007:77)

III) YENİ BİR SOSYAL POLİTİKA ANLAYIŞINDAN SÖZ

EDİLEBİLİR Mİ?

Küreselleşen dünya, başta çalışma ilişkileri ve işgücü piyasaları ile büyük bir

dönüşümün içine girmiştir. Emek için yaratılan küresel rekabet düzeyi, sermaye

karşısında daha zor bir dönemin işaretlerini verirken, kazanılan haklardan da geriye

gidilebileceği görülmektedir. Sermayenin kazandığı uluslarüstü hareketlilik, ulus devlet

ve politikalarını sınırlarken, krizler karşısında devleti donanımsız bırakma işlevini

sürdürmektedir. Sosyal devlet ve savunucuları bu süreçte bir sosyal politika aracı olma

konumunu hızla kaybetmektedirler.

Yaşanan bütün bu gelişmelerin sosyal politika ihtiyacını ortadan kaldıran yeni

bir dünya düzeni getirdiğini söylemek de mümkün değildir. Gelir farklılıklarının

ülkeler ve güç dengeleri arasında sürekli arttığı, sosyal korumanın zayıfladığı, işgücü

piyasalarının kutuplaştığı, ekonomik krizlerin işsizler üzerindeki etkilerini

derinleştirdiği bir yapıda sosyal politika ihtiyacının ortadan kalktığını söylemek

mümkün değildir. Bu süreç küreselleşme tezi ile birlikte okunduğunda ise karşımıza

şöyle bir durum çıkmaktadır. Sosyal politika günümüz dünyasında her ne kadar ulusal

bir sorun olarak algılanmaya devam etse de, küreselleşme sürecinde ulusal sınırları

aşan boyutu daha çok öne çıkmıştır. Ulusal sosyal politikanın düzenleyicisi olan devlet

ve devlet dışı kurumlar ulusüstü ve uluslararası düzeylerdeki sosyal politika

düzenlemelerinden etkilenmektedirler. Uluslarüstü aktörler tarafından uygulandığı

varsayılan küresel sosyal politika, küresel yeniden dağıtımı, küresel sosyal

düzenlemeleri ve küresel sosyal yetkilendirmeyi şekillendirmekte ve bu değişim

ulusüstü örgütlerin ulusal politikaları biçimlendirme usullerini de kapsamaktadır.

(Yeates, 2001:28)

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 173

Geleceğini Tartışmak

A) Küresel Sosyal Politika İddiasını Test Etmek

Küreselleşmenin, refah devletini zedeleyerek sosyal politikalar üzerinde

olumsuz etkilere sahip olduğu tezi, küreselleşme-sosyal politika ilişkisinde sıkça

kullanılmaktadır. Gerçekten de ekonomik küreselleşmenin, çeşitli refah devletlerinin

borç alabilme gücünü etkileyerek onları, refah önlemlerini devam ettirebilmeleri

konusunda ciddi bir baskıya maruz bıraktığı, çeşitli ülke örneklerinde görülmektedir.

Ancak küreselleşmeyle birlikte özerklikleri önemli ölçüde azaltılan ve giderek güçsüz

duruma düşen hükümetlerin görüntüsünün abartılı olduğuna dair düşüncelere de

rastlanmaktadır. Küreselleşme sürecinde hükümetler refah devletlerinin yeniden

yapılandırılmasında daha sıkı bir şekilde sınırlandırılmış politika seçenekleri içerisinde

olsalar da küreselleşmeye cevap verebilmektedirler. Bu çerçevede Avrupa Birliği’nin

rolü, küreselleşmenin baskılarına karşı direnç gösteren uluslarüstü bir yapı olarak daha

önemli bir hale gelmektedir. Benzer şekilde Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu,

Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü gibi uluslararası kuruluşları,

küreselleşmenin kötü temsilcileri olarak görmektense, bu kuruluşların küreselleşme ile

ulusal refah devleti politikaları arasındaki ilişkiye nasıl dahil edileceğinin dikkatli bir

şekilde kavranmasına ihtiyaç duyulmaktadır.(Sykes, 2003:165)

Dünyayı küreselleştiren güçlü aktörler olarak ortaya çıkan uluslararası

kuruluşlar, bu süreçte sosyal politika meselelerine ilgilerini artırmışlardır. Bu ilgi bir

kesim tarafından sosyal sorumlulukların fark edilmesi olarak algılanırken, buna

muhalif büyük bir cephe de bu ilgiyi sosyal politikasızlığa yol açacak bir gelişme

olarak endişe ile karşılamaktadır.

Küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı küresel politiğin bir sonucu olarak,

sosyal politika tedbirleri küreselleşirken, küresel politika ve düzenlemeleri de

sosyalleşmiştir. Küresel politikaların sosyalleşmesinin, küresel kapitalizmi düzenle-

menin bir yolu olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Küresel alan arzu edilen refah

modeliyle kamunun, ticaret kurumlarının ve gönüllü sektörlerin ideolojik ve politik

mücadelelerine sahne olan bir alana dönüşmüştür. Ulusal ya da bölgesel düzeyde

sosyal politikalar gittikçe artan oranda Dünya Bankası ve IMF gibi küresel

kurumlardan, OECD ve Avrupa Komisyonu gibi uluslarüstü oluşumlara kadar uzanan

çok sayıda kurumun içsel ve dışsal sosyal tedbirleri tarafından biçimlendirilmeye

başlanmıştır. (Yeates, 2001:29)

Uluslararası kuruluşlar, kamu harcamalarını bir bütün olarak verimsiz kabul

eden iktisadi yaklaşımların etkisiyle, 1980’lerin sonuna kadar kalkınmakta olan

ülkelere, kamu harcamalarının tüm kalemlerinin daraltılmasına yönelik yapısal

programlar sunmuşlardır. Bu yapısal uyum programlarının yıkıcı sosyal etkileri, bu

programların yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Dünya Bankası başta

olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlar, yeni kalkınma kurumlarının da etkisiyle, kamu

harcamaları içinde “beşeri sermaye”ye yönelik harcamalarla, diğer harcamaları

ayırmaya başlamışlardır. Sadece sağlık ve eğitimin değil, konut, şehircilik ve kültürün

174 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

de beşeri sermaye içinde değerlendirildiği bu yeni yaklaşım, devletin daraltılmasını

değil, varlık biçiminin değiştirilmesini önermektedir. (İnsel, 2005:209-210)

Dünya Bankası, IMF, OECD, BM ve AB gibi uluslararası örgütlenmeler sosyal

düzenlemelerin oluşturulmasında doğrudan ve dolaylı olmak üzere aktif bir role

sahiptirler. Bu kurumlardan hem düzenleme hem de hazırlık açısından en kapsamlısı

olan Avrupa Birliği’nin işgücü ve sosyal düzenlemeler, yapısal fonlar ve çeşitli sosyal

programlar şeklindeki uygulamaları, önemli bir küresel düzenleme sahası oluş-

turmuştur. 1990’lı yıllarda BM ve ILO gibi kuruluşlarca ekonominin kamu tedariki,

sağlık, sosyal ve eğitim hizmetlerinde sübvansiyon sağlanması şeklindeki tavsiyelerine,

son dönemde Dünya Ticaret Örgütü de anahtar bir aktör olarak katılmıştır. Örgüt,

sermaye hareketliliğinin hükümetler üzerindeki etkilerinin yol açtığı sosyal

standartlardaki gerilemeye karşın, serbest ticaret çerçevesinin ulusal sağlık, sosyal ve

çevresel standartlar üzerindeki etkilerine odaklanmıştır. (Yeates, 2001:30)

Yeni dönemde uluslararası kuruluşların sosyal politika yaklaşımlarında ciddi

değişiklikler meydana gelmektedir. Başlangıçta, IMF’nin refaha değil çalışmaya vurgu

yapan güvenlik ağı yaklaşımını, sosyal politikalara tercih ederek refah harcamalarını

ekonomi üzerinde bir yük olarak ele alması ve Dünya Bankası’nın yoksulluğun

azaltılması üzerine yeni sosyal güvenlik yaklaşımları önemli değişimlere uğramaktadır.

Sosyal politika uygulamalarının ekonomik büyüme üzerinde olumlu katkılar

sağlayabileceği düşüncesi, IMF’nin küreselleşmenin toplumsal boyutlarını biraz daha

ciddiye aldığının bir göstergesidir. Dünya Bankası da küreselleşme sürecinde sosyal

korumaya risk yönetimini açık bir şekilde eklemlemesi bu değişimi ortaya

koymaktadır. (Deacon,2006:111)

Dünya Bankası’nın 1996 yılında oluşturduğu insani gelişme ağının üç ayağını;

sağlık, beslenme, nüfus; eğitim ve sosyal koruma oluşturmuştur. Sosyal koruma

bölümü, toplumsal hayata katılımın sağlanmasında risk yönetimi üzerinde

yoğunlaşmış, emek piyasası ve emeklilik reformlarını pek çok ülkede Sivil Toplum

Kuruluşlarını ve sosyal fonları destekleyecek şekilde stratejiler geliştirme arayışına

girmiştir. Bu, hükümetlerin riskleri kapsama, hizmetlerin sunumunu evrenselleştirme

ve ekonomiyi düzenleme sorumluluklarından çok, bireyin, küreselleşmenin artırdığı

riskler ve belirsizliklere karşı kendini güvence altına alma sorumluluğuna vurgu yapan

bir stratejiyi önermek anlamına gelmektedir. (Deacon,2006:114) Ekonomik

liberalizmin gerçekleşmesinde toplumsal sonuçlarla ilgilenmeksizin kamu harcama-

larının kısılması savunması içinde olan IMF’nin de küreselleşme sürecinde sosyal

gerçeklikleri kabullendiği uygulamalara ve söylemlere şahit olunmaktadır. Bu süreçte

Asya’daki finansal krizin IMF’yi sosyal politikaların yeterliliği üzerinde ciddi bir

sorgulamaya yönelttiği de açıktır. Küreselleşen dünyada ekonomik hedeflere ulaşırken

buna, temel sağlık ve eğitim, sosyal koruma, çevre koruması gibi diğer öğelerin de

ilavesinin gerekli olduğu anlaşılmıştır. (Deacon,2006:116)

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 175

Geleceğini Tartışmak

Soğuk savaşın sona ermesinin ardından, Birleşmiş Milletler de sosyal sorunları

çalışmalarında öne çıkarmış ve bu sosyal sorunlar içerisinde yoksulluk özel bir öneme

sahip olmuştur. Soğuk savaş yıllarında ağırlıklı olarak, silahsızlanma ve güvenlik

politikalarını gündemine alan kuruluş, 1990’lı yıllardan sonra sosyal kalkınma üzerinde

yoğunlaşmıştır. 1990’lı yıllarda yedi büyük dünya zirvesi gerçekleştiren Birleşmiş

Milletler, zirvelerin sonunda, sosyal sorunların çözümü ve yoksulluğun giderilmesi

konusunda ülkeleri çok sayıda taahhüt altına sokmuştur.(Yıldız,2002:831)

Sosyal harcamaların, sosyal bütünlüğü korumanın bir aracı olduğu düşüncesini

sosyal politika düşüncesinin temeline yerleştiren ILO, muhafazakar-korporatist bir

sosyal koruma anlayışının savunuculuğunu yapmıştır. Temel çalışma standartlarının

uluslararası boyutta sözleşme ve tavsiyelere dönüşmesi, sosyal politikanın uluslararası

boyutunun gelişimine büyük katkılar sağlamıştır. Ancak küreselleşme sürecinde Dünya

Bankası ve IMF eksenli yeni sosyal politika anlayışının etkilerinin ILO üzerinde de

görüldüğünü söylemek mümkündür. Dünya Bankası’nın sosyal güvenlik sistemlerinin

bazı kısımlarının özelleştirilmesi yönündeki tavsiyelere yapılan itirazlara karşın,

bireyselleştirilmiş özel emeklilik sistemlerine verdiği destek, sosyal politika

düşüncesinde önemli bir sapma olarak değerlendirilmiştir. (Deacon,2006:190)

Uluslararası kurumların küreselleşme sürecinde ortaya koydukları sosyal

politika yaklaşımları, küresel bir sosyal politikanın tanımlanması gereğini ortaya

koymaktadır. IMF, OECD ve Dünya Bankası, küreselleşmenin sosyal sonuçlarını esas

alan yaklaşımlarla sosyal politikaları dönüştürme gayreti içerisindedirler. Diğer taraftan

ILO, geleneksel kararlıklarından taviz vererek, küresel sosyal politika anlayışına uyum

sağlama gayreti içerisindedir. Kurumsal çözümlerin sosyal nitelik kazanması, sosyal

politikaların geleceğine ilişkin iyimser tahminlerin doğmasına neden olurken, bunların

geleneksel kurumların ortadan kaldırılmasına aracılık ettiğine ve sosyal politikaların

sonunu hazırladığına inanan görüşler de azımsanmayacak boyuttadır.

B) Yeni Bir Sosyal Politika Aracı Sivil Toplum mu?

Sosyal politikaların küreselleştiği iddialarının bir diğer destek noktasını da

gönüllü örgütlenmeler oluşturmaktadır. Din kurumları, aile ve devletin terk ettiği

sahada bireysel sorumluluk tercihleri olarak gönüllü örgütlenmeler, yeni olmayan

ancak yeniden işlevsel hale gelen görünümleri ile dikkat çekmeye başlamışlardır. Bu

kuruluşlar bir yandan devletin işlevlerini yerine getirirken diğer yandan mali ve

kamuoyu destekli görünümleriyle güçlü birer küresel aktöre dönüşmektedirler.

Gelişmiş ülkelerde son yıllarda yoğun bir gelişme gösteren, gönüllü sektör (Voluntary

Sector), kâr amacı gütmeyen sektör (non-profit sector), hükümet dışı örgütler (Non-

govermental organizations NGO), üçüncü sektör (third sector) olarak da adlandırılan

bir sektörün hızla yükselişine tanık olunmaktadır.

176 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

Gönüllü kuruluşların sosyal politika işlevini kazanmalarına neden olan

gelişmeler arasında dini, psikolojik ve tarihsel nedenlerden de söz etmek mümkündür.

Yine kapitalist iktisat anlayışının piyasa mekanizmasının işleyişindeki başarısızlıkları

bertaraf edememesi, toplumsal sorunların genişlemesine ve derinleşmesine neden

olmuştur. Devletin bu süreçteki düzenleyici rolünün sürekli olarak gerilemesi, çok

kültürlü toplum yapısı ve demokrasinin gelişimi gibi unsurlar bu örgütlenmelerin güç

kazanmasındaki diğer faktörler olarak ifade edilebilir. (Uslu,1999:47-58)

Sosyal politika ve küreselleşme arasında ulusal düzeyde devam eden mücadele,

uluslararası politik ve kurumsal alana taşınmıştır. Bu yeni alanda hükümetlere ilave

olarak sermaye, emek ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle sivil toplum kuruluşları küresel sosyal ve çevresel problemlerde verdikleri

tepkilerde olduğu gibi, küresel sosyal politikayı da biçimlendirmek için eylemlerini bu

alana yöneltmişlerdir. (Yaetes, 2001:28-29) Sivil toplum kuruluşları küresel alanın

sayısız sosyal sorunları hakkında uluslararası söyleme önemli katkılar sağlamışlardır.

Özellikle son yirmi yılda, insan hakları savunucuları, cinsiyet aktivistleri, gelişimciler,

yerli halkların grupları ve diğer ayırt edilebilir çıkar temsilcileri, daha önce devlet

temsilcileri için ayrılmış olan politik sahada aktif hale gelmişlerdir. Bu güçlenme

kiliseler, işçi sendikaları ve insani amaçlar etrafında kurulan birçok uluslarüstü örgütün

prestijini ve mevkiini yükseltmiştir. (Gordenker;Weiss,1996:17)

Günümüzde ulusal düzeyde güç kazanan gönüllü örgütlenmelerin ulusal

düzeyden uluslararası düzeye doğru taşındığı görülmektedir. Diğer bir ifade ile gönüllü

örgütlenmeler de küreselleşme olgusuna paralel bir gelişme göstermişlerdir. Bu

gelişme ulusal vatandaşların oluşturduğu gönüllü örgütlenmelerdeki vatandaş

kavramının genişleyerek “sorumlu dünya vatandaşlığına” kaymasına neden olmuştur.

Sınırların ortadan kalktığı küresel dünyanın herhangi bir yerindeki savaş, yoksulluk,

çevre sorunları sadece o ülkeyi değil bütün ülkeleri ilgilendirir konuma gelmiştir.

Dolayısıyla gönüllü örgütlerin yaygınlaşarak sorunların giderilmesine yönelik

yürüttükleri çabalar, yüksek ahlaki değerler yanında egoist değerler de taşımaktadır.

(Şimşek,2000: 335-336)

SONUÇLAR

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşanan baş döndürücü teknolojik gelişmeler

ve ekonomik yapının krizler karşısında gerekli cevapları bulamaması yeni bir dönemin

habercisi olmuştur. Yeni bir kavram olarak küreselleşmenin ortaya çıkışını her şeyden

önce makro ve mikro düzeylerde yaşanan bir yönetim krizi olarak ele almak

gerekmektedir. Fordist üretim anlayışının meydana getirdiği, büyük fabrikalar ve

devasa yönetim kadroları, parçalara bölünmüş merkezileştirilmiş görevler, hiyerarşik

ve esnek olmayan örgütlenme, şirketleri dayanıksız hale getirmiştir. Hızlı teknolojik

gelişmelere ve yaşanan ekonomik krizlere bu hantal şirket yapılarının cevap

verebilmesi mümkün olmamıştır. Bu noktada küreselleşme, pazar arayışı ve

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 177

Geleceğini Tartışmak

enformasyon devriminden önce bir yönetilebilirlik krizi olarak ortaya çıkmıştır. Bu

süreçte şirketlerin fordist üretim anlayışının şekillendirdiği yapıların kırılarak daha

kuralsız bir anlayışa geçiş, çözüm olarak görülmüştür.

Şirketlerde yaşanan yönetilebilirlik krizine benzer bir durumda kamu

düzenlemeleri noktasında gerçekleşmiştir. Sosyal refah devletiyle sağlanan koruma ve

yardımlar, ne geniş halk kesimlerini kapitalist sistemle barıştırabilmiş, ne de süreklilik

kazanarak toplumsal çatışmaları durdurabilmiştir. Her alana müdahale eden devlet,

yapmış olduğu düzenlemelerle müdahale alanını sürekli genişletmiş ve sivil toplumu

kendi içinde adeta eritmiştir. Her konuda sorumlu olan, yardım istenen ve eleştirilen

devlet, ekonomik ve sosyal yapıdaki hızlı değişimler neticesinde bu işlevlerini daha

fazla yerine getirememiştir. Bunun sonucunda yapıcısı olmayan, kurallarını tüm

aktörlere dayatabilecek ve anonim bir düzenleyici olarak “piyasa” öne çıkmıştır. (Gorz,

2001:21-22) Gelişmiş ülkelerde istihdamın azalmasının ve işsizliğin artmasının nedeni

olarak, yeni teknolojilerin, özellikle de mikro-elektronik teknolojisinin gelişmesi

sonucu ortaya çıkan yapısal değişimlerin ve üretimin sanayi sektöründen hizmetler

sektörüne kaymasının önemli etkileri olmuştur. Küresel piyasaların işleyişini ifade

eden yeni işbölümü, rekabet gücü esasına dayanmaktadır. Rekabet gücünün ucuzluk ve

kalite ekseninde yapılanması, verimlilik artışları yanında işgücü maliyetlerinin de

düşürülmesini gerekli kılmıştır. (Yalınpala,2002:264-265)

Bütün bu olumsuz gelişmelere sosyal politikanın kapsamının ve koruma

alanının geliştirmesini gerekli kılarken, sosyal devletin ve onun destekleyicisi

konumunda olan unsurların güç kaybetmesi, sosyal politikaların geleceğine ilişkin

endişeleri artırmıştır. Ulus devlet ekonomik donanımlarından arındırılmış bir yapıya

dönüştürülürken, sendikalardan demokratik gelişim ve çevre haklarında duyarlılık gibi

sivil toplum fonksiyonları beklenir olmuştur. Yeni dönemde siyaset de sosyal politika

savunması yapmaktan çok uzaktır. Sosyal demokrasi hareketinin küreselleşme süreci

ile uyumlu kılınması hareketi olan üçüncü yol, sosyal demokrasinin klasik işlevlerinden

sıyrılarak sağlık harcamalarında ve iş güvencesindeki sınırlamalardan, piyasanın

kendisinin refah artışı sağlamasına kadar uzanan bir dizi politika önermesi

içermektedir. Devletin düzenleyici rolünün, kamu harcamaları ile finansal dengeleri

bozan bir niteliğe değil, piyasayı yönlendirici, aktif bir role sahip olması gerektiğini

savunur. Marksizmden itibaren süzülerek gelen sol hareket, üçüncü yolla beraber

piyasa gereklerine uyum sağlamış ve liberal felsefeyle önemli ölçüde eklemlenmiş

görünmektedir.

Bütün bu gelişmelere son dönemde “temel gelir” tartışmalarının da eklendiği

görülmektedir. Kişinin çalışma yaşamındaki pozisyonundan bağımsız olarak,

vatandaşlık hakkına bağlı olarak yapılacak nakit gelir desteğini içeren temel gelir, bu

niteliği ile etkin bir sosyal politika işlevi olarak görülebilir. Ancak emek değerinin

yerine, insan haklarına dayalı bir değerin konulması, çalışma eyleminden tamamen

bağımsız kılınmak istenilen sosyal politika anlayışının temel gelir ile sınırlı bir yöne

178 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

sürüklendiği izlenimini uyandırmaktadır. Yoksulluğa yönelik niteliğiyle destek gören

bu yaklaşımın işsizliği artırıcı etkileri de göz ardı edilmemelidir. Sosyal güvenlik,

sosyal yardım ve sosyal hizmet harcamalarının kamu finansman dengeleri üzerindeki

olumsuz etkilerinin sürekli olarak tartışıldığı günümüzde, temel gelirin bu harcamaların

ikamesi pozisyonunda olup olmadığının tartışması, sosyal politikanın geleceği

açısından büyük önem taşımaktadır.

Küreselleşme sürecinde sosyal politika için en büyük tehdit, güç kazandığı,

çalışma ilişkilerine dayalı yapının başta teknolojik gelişmelerin etkisiyle değişimi ve

dönüşümüdür. Bu gelişmeler “çalışma”nın sonuna gelindiği yönündeki tartışmalara hız

kazandırmıştır. Büyüyen sosyal politika sorunları ile küresel ölçekte mücadele edilmesi

gerektiğini düşünen yaklaşımlar, uluslararası kuruluşların 1990’lı yıllardan itibaren bu

alana yönelmelerini önemsemektedirler. Bu gelişme, sosyal politikaların uluslararası

düzeyde ele alınmasını ve çözümlere katılımın çok taraflı bir yapı içinde

gerçekleşmesini gerekli kılmaktadır. Ancak küreselleşmenin somut uygulayıcısı olan

bu kuruluşlara karşı oluşmuş olan güvensizlik, iyi niyetli de olsa girişimleri sonuçsuz

bırakmaktadır.

Klasik işlevlere sahip olan sosyal politika araçlarının etkisini yitirdiği ve yeni

araçlarla küresel sosyal politika anlayışının şekillendirilmeye çalışıldığı yeni dönemde,

tek ve standart bir sosyal politika anlayışının ortaya konulması da mümkün

görünmemektedir. Her ülkenin kendi sosyo-kültürel yapısı içerisinde şekillenen sosyal

politika anlayışı, karşılaştığı sorunlara da öncelikle bu alandan cevaplar bulmaya

çalışmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme etkileri ne kadar abartılırsa abartılsın, sosyal

politikaların geleceğinin öncelikle ulus devlet zemininde aranacağı da unutulmaması

gereken bir gerçekliktir. Bu çerçevede en ileri sosyal politika uygulamalarının

görüldüğü Avrupa Birliği’nin güçlü üyelerinde dahi, kendi refah rejimlerini korumaya

gayretlerin Birlik düzeyinde uygulanan politikalara üstün geldiğine şahit olunmaktadır.

KAYNAKÇA

ACAR, Mustafa. (2007) “Keynesyen İktisat ve Refah Devletinin Sonu”, Dünü ve Bugünüyle Sosyal

Demokrasi, Demokrasi Platformu Dergisi, Yıl:3, Sayı:9.

BİLGİN, Vedat. (2005) “Sosyal Devlet Nereye Gidiyor veya Sosyal Devletin Alternatifleri Nelerdir”,

Siyaset ve Toplum, Sayı:3.

BİLGİN, Vedat. (2007) Türkiye’de Değişimin Dinamikleri, Lotus Yayınları, Ankara.

BOZKURT, Veysel. (2005) Değişen Dünyada Sosyoloji, 3. Baskı, Aktüel Yayınları, İstanbul.

Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların / 179

Geleceğini Tartışmak

DEACON, Bob. (2006) “Küreselleşme ve Sosyal Politika: Hakkaniyetli Bir Refaha Tehdit”, Sosyal

Politika Yazıları, Der:Ayşe Buğra Çağlar Keyder, çev.Burcu Çakar; Utku Balaban, İletişim

Yayıncılık, İstanbul.

DPT. (2000) Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel ihtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık

Kalkınma Planı, DPT:2542.

ERSKİNE, Angus. (2003) “The Approaches and Methods of Social Policy”, The Student’s Companion

to Social Policy, Ed: P.ALCOCK;A.ERKSİNE; M.MAY, Blackwell Publishing.

GORDENKER, L. Weiss T.G.. (1996) “Pluralizing Global Governance: Analytical Approaches and

Dimensions”, Ed.L. Gordenker; T. G. Weiss, NGOS, The UN and Global Governance, Lynne

Rienner, London.

GORZ, Andre. (2001) Yaşadığımız Sefalet, Çev:N.TUTAL, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

HIRST, Paul, THOMPSON, Grahame. (2003) Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev:Çağla Erdem; Elif

Yücel, 3. Baskı, Dost Kitabevi, Ankara.

İNSEL, Ahmet. (2005) “Kamuyu Değil, Devleti Daraltmak”, Neo-Liberalizm Hegemonyanın Yeni

Dili, 2.Baskı, Birikim Yayınları, İstanbul.

KAZGAN, Gülten. (2002) Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen, İstanbul Bilgi

Üniversitesi Yayınları No:5,İstanbul.

KESSLER, Gerhard. (1948) İçtimai Siyaset, İstanbul.

KLEINMAN, Mark. (2006) “Kriz Mi? Ne Krizi? Avrupa Refah Devletlerinde Süreklilik ve Değişim”,

Sosyal Politika Yazıları, Der:Ayşe Buğra Çağlar Keyder, çev.Burcu Çakar; Utku Balaban,

İletişim Yayıncılık, İstanbul.

KORAY, Meryem. (1992) Endüstri İlişkileri, BASİSEN Eğitim ve Kültür Yayınları:22, İzmir.

KORAY, Meryem. (1998) “Sendikalar İçin Bir Gelecek Var Mı?”, Prof. Dr. Metin Kutal’a Armağan,

TÜHİS Yayınları, Yayın No:25, Ankara.

MARLIERE, Philippe. (2007) “Avrupa’da Sosyal Demokrasi: Süreklilik ve Değişim”, Dünü ve

Bugünüyle Sosyal Demokrasi, Çev: Bilal Canatan, Demokrasi Platformu Dergisi, Yıl: 3, Sayı:

9.

MUNCK, Ronaldo. (2003) Emeğin Yeni Dünyası, Çev. Mahmut Tekçe, Kitap Yayınevi, İstanbul.

ÖZDEMİR, Süleyman. (2004) Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul Ticaret Odası

Yayınları No:2004/69, İstanbul.

SYKES, Rob. (2003) “Social Policy and Globalization”, The Student’s Companion to Social Policy,

Ed: P.ALCOCK;A.ERKSİNE; M.MAY, Blackwell Publishing.

ŞENKAL, Abdulkadir. (2005) Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika, Alfa Yayınları, İstanbul.

180 / Mehmet Merve ÖZAYDIN

ŞİMŞEK, Birgül. (2000) “Gönüllü Kuruluşların Küreselleşmesi”, Küreselleşmenin İnsani Yüzü,

Derleyen: Veysel Bozkurt, Alfa Yayınları, İstanbul.

USLU, İbrahim. (1999) Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kar Gütmeyen Kuruluşlar: ABD Örneği,

Yayımlanmamış Doktora tezi, İstanbul.

YALINPALA, Jale. (2002) “Küreselleşmenin Emek Piyasası ve İstihdam Üzerindeki Etkileri”,

Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyo-Politik Karşıtlıklar, Der: Alkan SOYAK, Om

Yayınevi, İstanbul.

YEATES, Nicola. (2001)Globalization&Social Policy, Sage Publications, London.

YILDIZ, Osman. (2002) “Birleşmiş Milletlerin Yoksulluğun Ortadan Kaldırılmasına İlişkin

Yaklaşımı”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ed. Coşkun can Aktan, Hak-İş Yayınları,

s.831.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder