Sosyal Devlet
SOSYAL DEVLET ÜZERİNE
Mehmet AYSOY
Önsöz
Sosyal devlet ve sosyal politika hem kurumsal hem de olgusal düzeyde sosyolojinin temel konuları arasındadır. Böyle olmakla birlikte sosyal politika ayrı bir disiplin ayrı bir bilgi sistemleştirmesi olarak gelişmiştir. Sosyolojinin konuya yaklaşımı ile sosyal politika bilgisi arasında belli farklılıklar bulunmasına karşın temelde sorunun sosyal devletin sosyolojik anlamda bir kurumsallığın karşılığı olmaması önemlidir. Bu durum günümüzde değişmektedir ve sosyal devlet küreselleşme tartışmalarının ana teması durumundadır. Yoksulluk yanında yaşlılık, özürlülük gibi konular küresel boyutta değerlendirilen konuların başında gelmektedir. Yeni yaklaşımlar yeni koşulların belirlediği sorunların bir sonucudur.
Konuya ülkemiz açısından yaklaşıldığında ise daha başlangıçta derin bir sosyal politika sorunundan ve bu sorunun belirlediği kurumsal sorunlardan söz edebiliriz. Ülkemizde sosyal politika “sosyal yardım” merkezli geleneksel bir yapı taşımaktadır. Bu bağlamda da yaşlılık, özürlülük, çocuk ve kadın gibi temel alanlar yoksulluk bağlamına indirgenerek ya da ilintilendirilerek konu edilebilmektedir. Ayrıca dezavantajlı gruplara yönelik hizmetlerin kurumlaşmasına dikkat edildiğinde de karşımıza yine geleneksel yaklaşımın ürünü olan “kurum temelli” hizmet anlayışının yer aldığı belirgindir.
Ülkemizde sosyal hizmetlerin ülke sınırlarını aşan bir soruna dönüşmesi, konuya başka açılardan yaklaşıp çözümleme gereğini belirlemektedir. Alışıldık, yapılagelen, bürokratik algı ve tedbirlerle çözülemeyen sorunların bulunması anlamını taşıyan bu durum karşısında, konuya sosyolojik bir perspektifle yaklaşma imkanı, bu çalışmada farklı alanlarda değerlendirilmiştir. Sadece durum tespiti ile sınırlı kalmayan, çözüm önerileri de taşıyan bir yaklaşım sosyal hizmetler alanının değişik boyutlarda konu edilmesiyle serimlenmiştir.
Mehmet AYSOY
ANKARA 2009
Babama,
İçindekiler
Sosyal Devletin Sosyolojisi
“Sosyal Yardım” ve“Sosyal Hizmetler”
Kuruluşlarının Yeniden Yapılandırılma Sorunları
Özürlüler Kanunu’nun “Engel”leri
Sosyal Politika Ve Yaşlılık
Ülkemizde Özürlülük Ve Sosyal Politikanın Oluşturulması
Sosyal Model ve Özürlülere Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi
AB Ayrımcılıkla Mücadele Programları
Özürlüler Hareketi Şart
Yasa Engelleri Aştı
‘Özürlüleri Anlayamamak Gibi Önemli Bir Özrümüz Var’
Yaşlılar Ailenin Bir Parçası Olmaktan Çıkmıştır
Sözlük
Ek
Sosyal Devletin Sosyolojisi
Sosyal devlet sosyolojinin konu edindiği bağlamda kapitalizm, ulus-devlet, küreselleşme olgularının bileşenidir. Bu bağlamda doğrudan bir araştırma nesnesi olarak değil dolaylı konu edilen, daha üst sistemlerin içinde belirginleştirilen bir konudur. Bu durum da günümüz sosyal teorisinde “sosyal politika”, “refah rejimi veya refah devleti”, “sosyal hizmet” gibi sosyal devletin unsurları farklı farklı bilim alanlarının ortaya çıkması yanında yine farklı zeminlerde inşa edilen bilgi sistemlerinin oluşmasını, başka bir deyişle eklektik bir bilgi sistemini belirlemiştir. Yine benzer durum sosyal devletin tarihsel açıdan değerlendirilmesinde karşımıza çıkmaktadır. Sosyal devlet günümüzde küreselleşme bağlamı dışında konu edilemeyen bir olgudur ve “kriz” yada “kopuş nosyonu” sosyal devlet tarihinin ana belirleyicisidir.
Bu bağlamda sosyal devlet, sosyolojik teoride ulus-devlet ve toplum tartışmalarının ekseninde çözümlenebilir. Sosyolojik teoride klasik dönem, toplumları kavramlaştırırken kendi iç bütünlüğü olan, oldukça kesin biçimde sınırlandırılmış sistemler olarak göz önüne almıştır ve böyle değerlendirildiğinde bu “toplumlar” açıkça ulus devletlerdir ve toplum kavramı öncelikle klasik karşıtlıkta, toplum/devlet karşıtlığında anlam kazanmaktadır . Bu durumda belli bir toplumdan söz eden bir sosyolog bu kavram yerine “ulus” ya da “ülke” terimlerini laf arasında kullanabilmesine karşın bu kullanımda ulus devletin karakteri kuramsal yönden nadiren ele alınmaktadır.
"Sosyoloji –yani toplumun araştırılması- ile siyaset ya da siyaset bilimi –yani hükümet etmenin araştırılması- arasındaki akademik ayrışma, sosyologların devleti doğrudan araştırma konusu olarak bir kenara bırakmaları eğilimini pekiştirdi ." (Giddens,2000,224)
Sosyolojide, özellikle sanayi toplumu teorisyenleri, çoğu kez devletin toplumsal reform hedeflerinin, yani gelirin yeniden dağıtımının, refah programlarının yaygınlaşmasının, eğitimin sürekli hep gelişmesi ve benzerinin ilerleyen düzeylerde hayata geçirilmesinin iyimser bir aracı olduğu fikrini tartışmadan benimsediler ve bu düzeylerde ortaya çıkan görünen değişmeler, onların analiz edilmemiş kavrama aracı olarak, devlet ile birlikte ilgi odağını oluşturdu . Bu ele alışlarda merkezi tema kapitalizmdi . Buna göre kapitalizm, bir devlet sistemi ile ilişki içinde ortaya çıktı. Avrupa devlet sistemi, hem kapitalizmin ayrı bir üretim sistem biçimi, bir üretim tarzı olarak ortaya çıkmasının önkoşullarını sundu, hem de kapitalizm ile devlet sistemi arasındaki karşılıklı ilişkiler, Avrupa’nın onaltıncı yüzyıldan itibaren dünyanın geri kalan kesimi üzerinde artan egemenliğini güvence altına alan bir araç sağladı. Ondokuzuncu yüzyılda sanayi kapitalizminin gelişmişliği yalnızca bir ulus devletler sistemi içinde yer alan Avrupa devlet sistemi ile örtüşmekle kalmadı, aynı zamanda ayrıca doğası gereği onunla ilişki içinde oldu.(Giddens,2000,230).
Bu bağlamda sosyal devlet; ulus-devlet, kapitalizm ve küreselleşme eksenli ele alışların bileşeni konumundadır. Küreselleşme ise bu anlamda mevcut sosyal devlet yapısını aşındıran bir süreci ifade etmektedir ve sosyal devlet bu bağlamda refah devletidir . Bu doğrultuda sürdürülen ‘Refah devletine ilişkin araştırmalar ise genellikle kavramsal bir kafa karışıklığından muzdariptir. Bazıları refah devletlerinden, bazıları refah rejimlerinden, bazıları ise sadece sosyal politikalardan sanki aynı şeymiş gibi bahsederler (Esping-Andersen; 2006). Diğer yanda ise varolan yaklaşım ve uygulamaları geleneksel olarak niteleyen ve bu yaklaşımlar karşısında “aktif sosyal politika”yı öne süren yaklaşımlar söz konusudur .
Ulus-devlet ve kapitalizm bağlamında sürdürülen değerlendirmeler yanında “sosyal politika” başlığı altında bir bilgi dalının oluşması sosyolojik anlamda önemli bir problematik niteliği taşımaktadır. Teorik açıdan sistematik bir yapıdan ziyade eklektik bir yaklaşımı ifade eden sosyal politika ulus-devletin belli bir uygulama alanıyla sınırlandırılmıştır .
Sosyal politikanın sosyolojik teori dışında ayrı bir bilgi alanı olarak kurumlaşması olgusal düzeyde belli sorunların sonucudur. Daha başlangıçta sosyolojinin ulus-devlet ve toplum nosyonunu ayrıştırmadan değerlendirmesi bir olgunun diğerinden bağımsız ve bağlantısız konu edilememesinin bir sonucudur. Bu anlamda sosyal devlette ulus-devlet ve kapitalizmden ayrıştırılamaz. Diğer halde karşımıza daha karmaşık, eklektik bir bilgi dalı çıkmaktadır ve bu yaklaşımlar yine klasik sosyolojik teorinin temel sorunu olan devlet-toplum ikilemini aşamayan çözümlemelere yönelmektedir. Sosyal devlet kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlara bir çözüm getirme gayreti olarak karşımızdadır ve kapitalizmin seyrine bağımlı olarak şekillenmektedir. Diğer halde ulus-devlet mekanizmasının bir parçası olarak kurumsallaşması beklenir. Böyle bir durum ise günümüze kadar belirginleşmemiştir.
Kaynakça
Buğra-Keyder (Der.) (2006); Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları.
Esping, Gosta-Andersen (2006); “Altın Çağ Sonrası? Küresel Bir Ekonomide Refah Devleti İkilemleri” Buğra-Keyder (Der.) Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları.
Deacon, Bab (2006); “Küreselleşme ve Sosyal Politika”, Buğra-Keyder (Der.) Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları.
GIDDENS, A. (1971), Capitalism and Modern Social Theory: An Analysis of the Writings of Marx, Weber and Durkheim, Cambridge Unv. Press
(1972), Emile Durkheim: Selected Writings, Cambridge Unv. Pres
(1973), Pozitivism and Sociology, Heinemann, London
(1976/2003), Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları, Türkçesi: Ümit Tatlıcan, Bekir Balkız, Paradigma Yayınları
(1977), “Four myths in the history of social thought”, Studies in Social and Political Theory, Hutchinson
(1978), Emile Durkheim, Fontana, London
(1979), Capitalism and Modern Social Theory, Cambridge Unv. Press
(1979/2005), Sosyal Teoride Temel Problemler, Türkçesi: Ümit Tatlıcan, Paradigma Yayınları
(1981/2000), Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi, Türkçesi: Ümit Tatlıcan, Paradigma Yayınları
(1983), Profiles and Critiques in Social Theory, Macmillan, London
(1984/1999), Toplumun Kuruluşu: Yapılaşma Kuramının Ana Hatları, Çeviren: H. Özel, Bilim Sanat Yayınları.
(1985/2008), Ulus Devlet ve Şiddet, Kalkedon yayınları.
(1986), Durkheim on Politics and the State, Polity Pres
(1987), Social Theory and Modern Sociology, Polity Pres
(1991), Modernity and Self-Identity, Polity Pres
(1994a), Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları
(1994b), “Living in a Post-Traditional Society”, Reflexive Modernization, Polity Pres
(1995), In Defendence of Sociology, Polity Pres
(2000), Elimizden kaçıp Giden Dünya, Alfa Yayınları
(2008), Sosyoloji, Kırmızı Yayınları
Kleinman, Mark (2006); “Kriz mi? Ne Krizi? Avrupa Refah Devletlerinde Süreklilik ve Değişim”, Buğra-Keyder (Der.) Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları.
“Sosyal Yardım” ve“Sosyal Hizmetler” Kuruluşlarının Yeniden Yapılandırılma Sorunları
Dr. Mehmet AYSOY
Bu çalışma ülkemizde sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin kurumsal yapısı ve sorunlarını ve var olan sorunlar karşısında sorunları aşma adına sürdürülen çalışmaları konu edinmektedir. Temel tez; mevcut kurumsallığı üreten yaklaşımın, temelde yapısal olan belli sorunlar nedeniyle çözüm üretmekten yoksun olduğudur. Ülkemizde sosyal yardım ve sosyal hizmetler kamu idaresi aracılığıyla sürdürülen bir hizmet alanıdır ve dolayısıyla hizmet sunumu yanında kurumsal yapılanması da belli kanun ve yönetmelikler aracılığıyla biçimlenmiştir. Başka bir ifadeyle sorunlar ve çözüm gayretleri yasal düzenlemelerle çözümlenebilir niteliktedir. Bu doğrultuda çalışma mevcut yasal düzenlemeler ve yeniden yapılanma adına hazırlanan taslak düzenlemelerin içerik analizi bu çalışmanın genel yöntemini oluşturur.
Ülkemizde sosyal politika ve politikanın araçları anlamında kurumsallaşmayı belirleyen en temel sorun; bir “toplum modeli”nin bulunmayışıdır. Sosyal devlet uygulamaları tamamen yoksulluğa indirgenen bir yaklaşımın daha doğrusu yapının etkisi altındadır. Bu durumda ortaya çıkan tüm projeler ancak var olan kurumsallığın sadece mevzuat anlamında biçimselliğinde bir değişimi öngörmektedir. Diğer halde günümüz dünyasında var olan ve AB süreci nedeniyle de ülkemizin muhatap olduğu yeni sosyal politika yaklaşımlarının kurumsal değişimde etkili olması beklenir. Sosyal dışlanma, sosyal içerme, sosyal uyum gibi AB sosyal modelinin temel yaklaşımları ne sosyal yardım kuruluşlarının kanunlarında ne de sosyal hizmetler alanında yer almamaktadır .
Günümüz dünyası değişen toplumsal koşullar nedeniyle sosyal politika alanında yeni yaklaşımlar geliştirme çabası içindedir. Sosyal politikanın temel amacını, değişik risklere karşı toplumda zayıf kesimlerin güvenceye alınması oluşturur. Bu amaçla oluşturulan sosyal koruma sistemleri ve yeniden dağıtım mekanizmaları ile bu kesimlerin sosyal ve ekonomik yaşama katılımı sağlanırken, toplumun ekonomik ve kültürel kaynaklarının adil dağılımı da sağlanılmaya çalışılır. Bu bağlamda sosyal politikanın üç temel değerden esinlendiği söylenebilir: Bunlar özerklik, hakkaniyet ve toplumsal bütünleşmedir. Sosyal dışlanma ile mücadele, toplumsal aidiyet ve güven sosyal politikanın hedefleridir.
Geleneksel sosyal politika olarak nitelendirebileceğimiz söz konusu yaklaşım, nüfusun yaşlanması ve iş piyasasından dışlanma gibi yeni sorunlar karşısında yetersiz kalmıştır. Eşit olmayan gelir dağılımını düzeltmek ve yoksulluğu önlemek için geçmişte uygulanan sosyal politikaların başvurduğu temel araç, zenginlerin ve ekonomik büyümeden en fazla pay alanların gelirlerinden kesilen vergilerin, hastalık, yaşlılık ve mesleki vasıf yetersizliği gibi herhangi bir nedenle ücretli bir işte çalışamayan kişilere transfer edilmesi idi. Ancak, geçmişte böyle bir sözleşmenin uygulanabilmesini mümkün kılan uygun ekonomik ve demografik koşullar artık ortadan kalkmıştır. Günümüzde sayıları gittikçe artan emeklilerin ve sağlık hizmetlerine ihtiyacı olan kişilerin giderleri, sayısı gittikçe azalan çalışma yaşındaki nüfus tarafından üstlenilmektedir. Kitlesel işsizlik ve erken emeklilik olguları, demografik etkenlerin etkisini artırarak sosyal güvenlik sistemlerinin sürekliliğini zora sokmuştur.
Bu bağlamda geleneksel sosyal politikanın dışında “aktif sosyal politika” dan söz edilmektedir. Bu yaklaşıma göre kamu idareleri sosyal politikanın tek aktörü değildir. Sosyal alanda önemli roller üstlenebilecek, hatta sosyal korumanın finansmanına ve uygulamasına katılabilecek bir çok sosyal grup bulunmaktadır. Bu doğrultuda özel sektör sosyal hizmetlerin sunumuna geniş ölçüde katılabilir. Çocuk bakımından yaşlılara ve özürlülere götürülebilecek çeşitli hizmetlere kadar özel sektör kamu sektörü yanında değişik seçenekler sunarak önemli işlevler yerine getirebilir. Sosyal politikalarda ortaya çıkan bu iradi yaklaşım, bireylerin gelecekten beklentilerini artırmak için onların kapasitelerine yatırım yapılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu yeni yaklaşım, hükümetlerce sosyal yardımları azaltan, vergi gelirlerini artıran, daha geniş anlamda yoksulluğu ve sosyal dışlanmayı önleyerek uyumlu bir toplum öngören sosyal politikalara yatırım yapılmasının daha yararlı olduğu anlayışına dayanmaktadır. Söz konusu politikalar toplumu oluşturan birey ve grupların sosyal ve ekonomik yaşama tam olarak katılmalarını özendirmektedir. Bu yaklaşım toplumun üyesi olarak bireylerin ve grupların hak ve yükümlülüklerinin tanınmasına dayanmakta ve hayatın risklerine karşı kişileri korumanın ötesinde mümkün olduğu kadar onların kapasitelerine yatırım yaparak, tüm yaşam boyunca potansiyellerini gerçekleştirmelerine çalışmaktadır. Bununla birlikte, bu yeni yaklaşımın kabul edilmesi, toplumun dezavantajlı kesimlerinin yoksulluğa karşı korunması ve gelir güvencesi sağlanması gibi eski sosyal politikanın izlediği amaçların terk edilmesi anlamına gelmektedir.
AB Projesinde sosyal politika ve refah devleti ile ilgili tartışmalarda anahtar, sosyal hakları da içeren vatandaşlık haklarında düğümlenmekte, buna göre de devletin sosyal ihtiyaçları karşılama yükümlülüğü olup olmadığı sorusuna gelinmektedir. Şimdilik görünen o ki, geçmişte sosyal haklarla donanmış bir vatandaşlık anlayışına daha yakın duran Avrupa refah devleti, şimdi bu hakların kurumsallaşması ve sosyal hizmete dönüşmesi açısından bazı geri adımlar atmaktan yanadır. Bir yandan sosyal hizmetlerin bir kısmını özelleştirmekte, öte yandan da verilen hizmetlerin süresini veya kapsamını daraltmaktadır. Aile, piyasa ve refah devleti arasında paylaşılmış sosyal koruma ve sosyal dayanışma giderek bu ülkelerde de piyasa ağırlıklı olmaya yönelmekte veya sürekli bu baskıyı hissetmektedir. Roma Anlaşması’ nda sosyal dayanışma konusunda getirilen hükümler sınırlı olsa da yine de sosyal uyumun öneminden söz edilmektedir.
Daha sonra ise izlenen politikaların bir sonucu olarak sosyal uyum giderek önem kazanmakta ve bu yolda atılan adımlar çoğalmaktadır. Komisyon’un 1994 yılında yayımladığı ve “Avrupa Sosyal Politikası: Birleşmeye Doğru Bir Yol” başlıklı beyaz kitapta, Avrupa sosyal modelinden ne anlaşıldığı konusunda bazı değerlerin ortaya konduğunu görüyoruz. (EC, 1994): Buna göre, demokrasi ve insan hakları, piyasa ekonomisi, serbest toplu pazarlık gibi sendikal haklar, fırsat eşitliği, sosyal refah ve dayanışma, Avrupa toplum modelinin ortak değerleri olarak ortaya konmakta ve bu değerlerin bir maliyet değil rekabetin sürdürülmesi açısından da önemli özellikler olduğu belirtilmektedir. Sosyal politika alanında, yasal düzenlemelerle toplu sözleşmelerde temel araçlar olarak kabul edilmektedir. AB’nin duyarlılık gösterdiği ve ele almayı gerekli gördüğü konular olarak iş ve çalışma koşulları, işgücü dolaşımı, fırsat eşitliği, sosyal koruma ve kamu sağlığı olmak üzere beş sosyal politika alanı bulunmaktadır. Amsterdam Anlaşması ise, hem sosyal şartı içine almakla, sosyal politikaları, Avrupa’yı kuran anlaşmanın vazgeçilmez bir parçası yapmış, hem de sosyal hükümlerde getirdiği değişiklikler ile sosyal dışlanma, ayrımcılık gibi bazı yeni konuları sosyal politikaların içine katmıştır.
Bu bağlamda AB projesi; “Sosyal Avrupa” başlığında bir “toplum modeli” ne dayanmaktadır ve bu model; yoksullukla mücadele, ayrımcılıkla mücadele, sosyal içerme, sosyal dışlanma, toplumsal uyum gibi bir dizi programı kapsamaktadır. Söz konusu programlar belli bir süredir ülkemizin de muhatap olduğu programlardır.
Sosyal dışlanmayla mücadele programları AB sosyal politikasının en önemli araçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyolojik bir kavram olarak sosyal dışlanma; geleneksel olarak yoksullukla mücadele programlarında karşımıza çıkan “marjinal” konseptinden farklı, daha başka bir ifadeyle yoksulluğun tanımlandığı toplum tasarımı olan, orta sınıf, üst sınıf, alt sınıf gibi toplum katmanlarını içeren bir modeli değil, toplumun çoğunluğunu temsil eden bir “toplum merkezi” ne göre geliştirilmiştir. Sosyal dışlanma kavramı statik olmaktan çok dinamik bir kavramdır ve bir süreci ifade etmektedir. Herhangi bir alandaki yoksunluk o alandan başlayarak insanın toplumdan dışlanma sürecini başlatmaktadır. Sosyal bütünleşmenin karşıtı olarak ele alındığında sosyal dışlanma; sivil, politik, ekonomik ve sosyal vatandaşlık haklarından mahrum olma-edilme durumu olarak tanımlanmaktadır. 1970’Li yıllarda özürlüler, suçlular, bakıma muhtaç yaşlılar gibi dezavantajlı grupları ifade ederken 1980’li yıllarda işsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk olguları da ‘sosyal dışlanma’ya dahil edilmiştir. Genel olarak sosyal dışlanmayı, insanları toplumsal yaşamdan uzaklaştıracak düzeyde maddi ve manevi yoksunluk içinde olmaları, haklarını ve yaşamlarını koruyacak, onları destekleyecek her türlü kurumdan ve sosyal destekten yoksun oldukları ölçüde katlanarak büyüyen bir süreç olarak tanımlamak mümkündür.
Sosyal içerme programları; sosyal dışlanmaya karşı, hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının çok altında olduğu için, hem de etnik ve ya dini kökenleri, toplumsal cinsiyetleri, eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel engelleri dolayısıyla topluma eşit vatandaşlar olarak katılmakta zorluk çeken insanların durumunu kurumsal düzenlemeler yoluyla çözmeye yönelik bir amaçlamaktadır. Burada söz konusu olan, sadece istihdam olanakları yaratmak veya insanlara fırsat eşitliği tanımak değildir. Söz konusu olan, kendi özellikleri nedeniyle, bu olanak ve fırsatlardan herkes gibi yararlanamayanların durumunda, eşit vatandaşlık kavramının içini doldurmaya yönelik, siyasi iradeyle alınmış bir kurumsal önlemler bütünüdür.
Bu bağlamda Avrupa Toplum Modeli, sosyal politika alanından bir dizi programı belirleyen ideal ya da sosyolojik anlamda tipolojik diyebileceğimiz bir toplum yaklaşımına dayanmaktadır. Bu toplum yaklaşımı süreç içerisinde daha belirgin ve söz konusu programlarda vurgusu daha yoğun olan “toplumsal uyum stratejisi” ekseninde çözümlenebilir. Avrupa Konseyi’ne göre toplumsal uyum;
“bir toplumun eşitsizlikleri azaltarak ve kutuplaşmaları gidererek tüm üyelerinin refahını güvence altına alma yeterliğidir. Uyumlu bir toplum, bu ortak amaçları demokratik yollarla gerçekleştiren özgür bireylerden oluşan birbirine destek olan bir topluluktur. Bu yaklaşıma göre; etnik ve kültürel çeşitliliği olmayan bir toplum yoktur, sorun bu çeşitliliği bölünme ve çatışma nedeni olması yerine karşılıklı zenginleşme nedeni olması için yönlendirmektir. Uyumlu bir toplum bunlarla ve diğer gerilim kaynaklarıyla birlikte yaşama yolunda açık ve demokratik bir yolla tatmin edici yöntemler geliştirmiş bir toplumdur.” (AB Toplumsal Uyum Stratejisi Belgesi)
Toplumsal uyum; yalnız toplumsal dışlanma ve yoksullukla mücadele sorunu değildir. Dışlanmanın azalmasını getirecek bir toplumsal dayanışma yaratmayı da içerir. Günümüz Avrupalıları toplumsal uyuma yönelik bir dizi somut tehdidin bilincindedirler. Örneğin, istihdamda değişen modeller, sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirlikleri konusundaki kuşkular birçok kimsede gelecekteki refahlarının daha da belirsizleştiği duygusuna yol açmaktadır. Kentlerin bakımsız kesimlerindeki toplumsal sorunlar ve suç işlemeler, insanların günlük yaşamlarında kendilerini daha az güvende duymalarını getirmektedir. Bazıları da yükselen çokkültürlülüğün, geleneksel kimliklerine bir tehdit oluşturduğunu düşünmektedirler. Bu arada yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinden veya özelleştirilmiş hizmetlerden (su, elektrik vb.) yararlanmadaki uyumsuzluk nedeniyle yeni yoksulluk ve dışlanma riskleri de ortaya çıkmaktadır. Bu ve başka nedenlerden ötürü toplumsal uyum şu sıralarda birçok kimse tarafından tehlikede olarak algılanmaktadır. Avrupa konseyi üye devletlerini toplumsal uyuma öncelik vermeye götüren de bu olmuştur. Avrupa Birliğinin hak temelli sosyal politika yapılanması aynı zamanda refah devleti modelinin de yeniden yapılandırılmasını içermektedir;
“Haklar sosyal bir politika için en sağlam bir temel sağlar. Haklar toplumun tüm üyelerini eşit bir zemine ayak basmalarını getirir. İnsan hakları temel alındığında, devletin sosyal politika alanındaki girişimi artık bir hayırseverlik veya daha az varlıklılara yönelik bir refah götürme sorunu olmaktan çıkar, herkes için aynı olan hakların kesin sağlanması sorununa dönüşür. Bir toplumun herkesin refahını güvence altına almadaki yeterliği toplumun tüm kesimlerince bir sorumluluk olarak görülmelidir. Yirminci yüzyıl boyunca ailenin rolü ve diğer geleneksel toplumsal ilişkiler bir yana, iş dünyası, ekonomik gelişmeden sorumlu iken refah da devletin sorumluluğu altında sayılıyordu. “(Refah devleti)”. Son on yılların ekonomik sorunları ve ekonominin küreselleşmesi bu modelin artık uygun olmadığını ve herkesin refahını tüm toplum kesimleri tarafından, devlet, iş dünyası ve kişilerin paylaştığı bir hedef olması (“Refah toplumu”) gerektiğini ortaya koydu. Yeni durum devletin çekilmesini getirmese de yeni ortaklıklarda içinde olmak üzere daha farklı hareket yollarını aramasına götürmektedir. Toplumsal uyum için zorunlu karşılıklı sorumluluk ve karşılıklı bağımlılık duygusunun geliştirilmesinde herkese bir rol düşmektedir. Bu nedenle ebeveynler çocukları yetiştirirken onlara aile yaşamlarında da gözlemlenebilen bir toplumsal sorumluluk duygusu vermeleri gerekir.” (AB Toplumsal Uyum Strateji Belgesi) Bu çerçevede ülkemizde geçerli olan sosyal politika anlayışı ve sosyal hizmetlerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.”
Ülkemizde sosyal hizmetler alanı ile ilgili kurumsal yapılanma, geleneksel sosyal politika olarak nitelendirilebilecek bir yaklaşımın ürünüdür. Bu yaklaşımın en önemli karakteristiği “kamu idaresi merkezli” bir hizmet sunumunu öngörmesi ve hizmet modeli olarak da “kurum temelli” bir modele sahip olmasıdır. İkinci olarak söz konusu yaklaşım yine geleneksel bir “yoksulluk” ve dolayısıyla yoksulluk ekseninde yine geleneksel bir “sosyal yardım” anlayışına dayanmaktadır. Bu bağlamda ülkemizde geleneksel sosyal politik yaklaşıma dayalı kurumsallaştırılmış iki ayrı kurumsal yapı bulunmaktadır; sosyal hizmetler ve sosyal yardım kuruluşları; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğü.
Hem sosyal yardım hem de sosyal hizmetlerin kurumsal yapısı belli sorunlar nedeniyle süreç içerisinde devlet düzeyinde hem ilgili kurumlar hem de planlama bağlamında ilgi konusu olmuş ve yeni bir yapılanma için projeler üretilmiş, söz konusu projeler en doğrudan kalkınma planlarında yer edinmiştir. Buna göre; Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında (1996-2000) iki temel ilke getirilerek sosyal hizmetlerin yerel yönetimler tarafından yapılması ve yerel yönetimlerinde bu bazda teşkilatlandırılması önerilmiştir. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında (2001-2005) Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması bölümündeki, Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması ile Mahalli İdarelerle ilgili olarak, yerel yönetimlerin önemi vurgulanmakta, merkezi yönetim tarafından sağlanmakta olan bazı hizmetlerin il özel idarelerinden başlamak üzere yerel yönetimlerin ve taşra birimlerinin yetki ve sorumluluğuna bırakılabilmesi amacıyla yasal düzenlemenin yapılacağı belirtilmektedir. Kalkınma planının aynı bölümünde ‘’Başbakanlığın, bakanlıklar arasında işbirliği ve eşgüdümü tam anlamıyla yürütebilmesi, icracı bir bakanlık statüsü ve görünümünden uzaklaşmasının sağlanması ve devlet bakanı sayısının azaltılması amacıyla Başbakanlık Teşkilatına Dair 3056 sayılı Kanunda ve Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkındaki 3046 sayılı Kanunda düzenleme yapılacaktır’’ demektedir. Sosyal Refahın Artırılması bölümündeki, Sosyal Hizmetler ve Yardımlar kısmında, Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler konusunda ‘çocuk, yaşlı, özürlü, özel ilgiye muhtaç, yoksul ve diğer risk gruplarına yönelik sosyal hizmet ve yardımların geliştirilebilmesi amacıyla, kamuya ait her türlü sosyal hizmet ve yardım programının düzenlenmesi, idaresi ve koordinasyonundan sorumlu yeni bir kurumsal yapılanma oluşturulacağı” belirtilmektedir.
Bu doğrultuda yeni bir kurum içeren bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. “Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardım Temel Kanunu Tasarısı” Taslağı çerçevesinde kurulması düşünülen, yönetim kurulu ile genel müdürün yönetiminde merkez ve taşra teşkilatından oluşan bir genel müdürlüktür . Kurumun Görevleri; Korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç çocuk, genç, yaşlı ve özürlüler başta olmak üzere sosyal ve ekonomik yoksunluk içinde olup da sosyal hizmet ve yardıma ihtiyacı olanları tespit etmek, bunların korunması, desteklenmesi, bakımı, yetiştirilmesi ve rehabilitasyonlarının sağlanması için, gerekli hizmet programlarını oluşturmak ve yürütmek, bu hizmetler için çeşitli ad ve nitelikteki yatılı veya gündüzlü sosyal hizmet kuruluşlarını kurmak ve işletmek, gerektiğinde hizmet satın alma yoluyla bu yükümlülüklerini yerine getirmek. Yoksulluk içinde olup da temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yaşamlarını minimum düzeyde dahî sürdürmekte güçlük çeken kişi ve ailelere kaynakların yeterliliği ölçüsünde aynî ve nakdî nitelikte destek sağlamak maksadıyla gerekli sosyal yardım programlarını oluşturmak ve uygulamak; yoksulluğun ortadan kaldırılması için birey ve ailelerin güçlendirilmesi maksadıyla hizmet programları geliştirmek, toplumdaki bu yönde mevcut program ve girişimleri teşvik etmek; yoksulların sosyal kalkınmaya katkılarının artırılması ve kalkınmanın getirdiği sonuçlardan yararlanmalarının sağlanması için çalışmalarda bulunmak. Genel Sağlık Sigortası kapsamında prim ödeme gücü olmayan kişileri tespit etmek ve incelemek, bu kişilere ilişkin verileri ilgili kuruluşların kullanımına sunmaktır.
Sosyal yardım ve sosyal hizmet kuruluşlarının birleştirilmesi ile sınırlı bir yaklaşımın ürünü olan bu tasarı, DPT tarafından kalkınma planlarında öngörülen taşra teşkilatlarının yerel idareye bırakılması, daha doğrusu il özel idaresine bırakılması ön görüsünü içermemiştir. Tamamen kamu idaresi merkezli ve yine tamamen kurum temelli bir yaklaşıma dayalı olan mevcut kurumsal yapının aynıyla korunmasının hangi tür sorunlara çözüm getirdiği önemli bir soru konusudur. Söz konusu tasarı kanunlaşmamıştır ancak DPT’nin öngörüsü daha sonra “Kamu Reformu Temel Kanunu” Tasarısında gündeme gelmiştir.
Son dönemde devlet düzeyinde sürdürülen yeniden yapılanma çalışmalarının en kapsamlısı olan Kamu reformu çalışmalarında, sosyal yardım ve sosyal hizmet kuruluşlarının birleştirilmesi değil de taşra teşkilatının yerel idareye devri söz konusu olmuştur. Kanunlaşmasına karşın veto edilmesi nedeniyle yürürlüğe giremeyen tasarıda ülkemizin sosyal politikasına dair en küçük bir katkı da söz konusu olmamıştır. Bu projeye göre ;
“Devletin politika belirleme ve katalizör işlevi görerek yönetme kapasitesi gelişirken, hizmet üretimi ve sunumundaki piyasa ve sivil toplum ön plana çıkmaktadır. (…) Bu durumda zannedilenin aksine, devletin ekonomideki değişen rolü sosyal devlet vasfını ortadan kaldırmamaktadır. Artan rekabet ortamı ve piyasaların ürettiği sosyal sorunlar, devlete eskisinden de önemli sosyal sorumluluklar yüklemektedir. Üretim yapmayan devlet sosyal devlet vasfını yitirmemekte, tam aksine gereksiz hale gelmiş işlevlerden arınarak dış politika, güvenlik ve adalet gibi asli işlevleri ile sosyal politikalar üzerinde yoğunlaşabilmektedir. (…) Bu çerçevede sosyal devlet çağdaş araçlar kullanılarak, piyasa ve sivil toplum ile işbirliği geliştirilerek hayata geçirilmektedir.”
Söz konusu yaklaşımında karşımıza çıkan sosyal devlet anlayışının vurgunun aksine “kamu idaresi merkezli” bir kurumsal yapıyı içerdiği ortadadır. Bu durum aynı dönemde hazırlanan ve yürürlüğe giren “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Kanunu”nda belirginleşmiştir. 1980’Li yılların ortasında kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, 2004 yılında yürürlüğe giren kanunla genel müdürlüğe dönüştürülmüştür. Bu durum daha önceki dönemde devlet düzeyinde hazırlanan sosyal yardımların ve sosyal hizmetin tek bir kurum çatısı altında sunulması yaklaşımını bertaraf ettiği gibi kamu reformuna paralel olarak sürdürülen Avrupa Birliği ve sosyal politika konusunda da anlamlı soruları belirginleştirmektedir.
İlk başta yoksulluk sosyal devlet bağlamında sadece sosyal yardıma indirgenecek bir olgu olarak görülmemektedir. Sosyal dışlanma ve sosyal içerme programlarının bir bileşeni olan sosyal yardım, bizatihi ya da tek başına değerlendirilip kurumsallaştırılamaz yapıdadır. Buna karşın geleneksel sosyal yardım odaklı sosyal politika yaklaşımının ürünü olan bir kurumun yeniden yapılandırılmasında aynıyla kopya işlemi yapılmış olması ancak başka bir bağlamda değerlendirilerek çözümlenebilir. Bu konuda yapılabilecek ilk tespit; ülkemizde sürdürülen büyük projelere rağmen sosyal devlet anlayışının değişmediğidir. Bu yaklaşım kanunun genel gerekçesinde yer almaktadır. Buna göre;
“Fonun, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (SYDGM) adı altında kurumsallaşması ile de sosyal yardımlaşma alanında faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları, dernekler, vakıflar ve uluslararası kuruluşlarla işbirliğinin en üst düzeye çıkartılarak, katılımcı bir yaklaşımla yoksulluğun azaltılması için kalıcı programların geliştirilmesi hedeflenmektedir. Sosyal yardım, toplum örgütlenmesiyle doğrudan ilintili olarak ortaya çıkan “yoksunlaşma” olgusunun hafifletilmesine, geciktirilmesine, geçici olarak giderilmesine karşı insani bir hizmet alanıdır. Sosyal yardım, mutlak anlamda insani bir olgudur. Onu harekete geçiren bizatihi insanın varlığıdır. Toplum, sosyal yardım olgusuna gerekli sorumlulukla yaklaşmadığı takdirde, ödeyeceği maliyet çok daha büyük olmaktadır. En geniş anlamı ile “sosyal yardım”, yerel ölçüler içinde asgari seviyede dahi kendisini ve bakmakla yükümlü olduğu kişileri geçindirme olanağından kendi ellerinde olmayan nedenlerden dolayı yoksun kalmış kişilere, resmi kuruluşlar veya kanunların verdiği yetkiye dayanarak yarı resmi veya gönüllü kuruluşlarca muhtaçlık tespitine ve kontrolüne dayalı olarak yapılan ve kişileri en kısa sürede kendi kendilerine yetecek hale getirmek amacını taşıyan, parasal ve nesnel sosyal gelirden oluşan bir sosyal güvenlik yöntemi ve bir sosyal hizmet alanıdır.” (www.sydgm.gov.tr, 20.01.2009)
Bu yaklaşımda sosyal devlete yapılan vurgu da anlamlı bir gösterge olarak karşımızdadır. “Gelişmiş ülkelerde nüfusun tamamı sosyal güvenlik şemsiyesi altındadır. Bu ülkelerde de mutlak yoksunluk önemli bir sorun olmaya başladığı için gelişmiş ülkeler konuya ciddiyetle yaklaşmakta, sosyal yardım hizmetlerini sosyal politikalarının önemli bir aracı olarak görmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda “Sosyal Devlet” ilkesi oldukça ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş ve değiştirilmez kılınmıştır. Devletin rolü, piyasaların daha verimli ve adil bir şekilde rekabet etmesini sağlamak, adalet, savunma, güvenlik gibi hizmetleri yürütmekle sınırlı değildir. Sosyal Devlet olmanın gereği, aynı zamanda, beşeri sermayenin en değerli kaynağı olduğunun farkında olarak, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut edindirme ve sosyal hizmet alanlarının en verimli şekilde yürütülmesi için makro politikalar oluşturmak, onları hızlı ve etkili bir şekilde hayata geçirmek ve yoksullukla mücadele etmektir.” Yine bu bağlamda sosyal politikadan ne anlaşıldığı da vurgulanmaktadır; “Küreselleşen dünyanın getirdiği değişikliklere uyum sağlama ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma ihtiyacının en temel bileşenlerinden biri, sosyal politikalara özel önem verilmesi gereğidir. Özellikle yaşanan krizlerle yıpranan ve ekonominin temel taşı olan insan kaynağının iyileştirilmesi,ülkemizin kalkınmasının önündeki belli başlı öğelerden biri olarak belirmektedir.” (www.sydgm.gov.tr)
1983 Tarihli 2828 sayılı kanunla kurulan ve hizmetlerini bu kanunda yer alan tanım ve sınırlar içerisinde sürdüren Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK) ise, daha önce Himaye-i Etfal, daha sonraki adıyla “Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu” nun genel müdürlüğe dönüştürülmüş halidir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun genel müdürlüğe dönüştürülmesi ile aynı olan değişim sürecinde yine yarı resmi bir sivil toplum kuruluşu yapısı genel müdürlüğe dönüştürülmüştür.
Süreç içerisinde kanunda yapılan değişiklik ve eklerle hizmet kapsamı ve sunulan hizmet türleri genişleyen kanuna göre sosyal hizmet birimleri; çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, kreş ve gündüz bakım evleri, huzurevleri, bakım ve rehabilitasyon merkezleri, çocuk ve gençlik merkezleri, kadın veya erkek konuk evleri, aile danışma ve rehabilitasyon merkezleri, çocuk evleri, koruma – bakım ve rehabilitasyon merkezleri, bakım ve sosyal rehabilitasyon merkezleridir. Hizmet birimleri çerçevesinde kurumun hizmet alanı; korumaya alınmış çocuklar, bakıma muhtaç özürlüler, bakıma muhtaç yaşlılar, şiddete maruz kalmış kadınlar, suça bulaşmış çocuklar ve sokak çocukları olarak beş ayrı kategoride değerlendirilebilir. Kuruluş kanununda 1983 tarihinden itibaren yapılan değişiklik ve eklemeler içerisinde en önemlisi 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5378 sayılı kanunla gerçekleştirilmiştir.
Söz konusu kanunla 2828 sayılı kanunun 4/e maddesi yürürlükten kaldırılarak kurumun hizmet alanında “kamu tekeli” kaldırılmış ve yine özürlülerle ilgili bakım hizmetleri özel sektör aracılığıyla hizmet sunumuna dönüştürülmüştür. Bu değişiklikler daha önce bahsi geçen projelerden farklı olarak “kamu idaresi merkezli” ve “kurum temelli” hizmet sunum anlayışının dışında bir yapılanma ve toplum temelli bir hizmet sunumu modelini belirlemiştir. Bu değişikliklerden kısa bir süre sonra kurum tarafından yeni bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. Bu tasarının genel gerekçesine göre ; “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, 1983 yılında korunmaya muhtaç çocuklar alanında örgütlenen koruma birliklerinin o günkü dağınık yapısına çeki düzen vermek, yurt düzeyinde profesyonel bir anlayış ve en önemlisi yerinden yönetim anlayışı üzerine örgütlenen bir yapı oluşturmak üzere kurulmuştur. Ancak gelinen süreçte, çocukların kendi ailelerinin yanında kalması hedeflenmesine karşılık, bu hedef gerçekleştirilememiş, koruyucu aile hizmeti geliştirilememiş, kuruluş ortamında sunulan bakım modeli terk edilememiş ve ağırlıklı bir biçimde sunulan hizmet modeli olmuştur.”; “Küreselleşme ile birlikte her geçen gün yeni sorunlar ve yeni ihtiyaç grupları ortaya çıkmış, mevcut yapı ile yeni sorunlara ve yeni ihtiyaç gruplarına cevap verilemez hale gelinmiştir. Mevcut şartlar ile halkın artan ve çeşitlenen talepleri, etkililiğin artırılması ve gönüllü katılımcılığı ön plana çıkararak sosyal hizmetlerde kapsamlı ve yeni bir yapılanma ihtiyacını gündeme getirmiştir.” (Ek:1)
Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda mahalli ve müşterek nitelikli hizmetlerin yerinden yönetim ilkesi gereği yerel yönetimlerce yerine getirilebilmesine imkân tanımak amacıyla, 2828 sayılı Kanun ile kurulan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatınca verilen hizmetlerin ve taşra teşkilatında yer alan il ve ilçe müdürlükleri ile kuruluş müdürlüklerinin il özel idarelerine devri öngörülmüş, merkezde planlayan, hizmet standart ve ilkelerini belirleyen, hizmetin sunumu ile ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, gerçek ve tüzel kişiler arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayan, sunulan hizmetin yerindeliğini denetleyen bir birim olarak Başbakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler Kurumu Genel Müdürlüğünün kurulması hedeflenmiştir.
Çocuğun mümkün olduğu sürece ailesi yanında desteklenmesi, kurum bakımı modelinin son çare olarak düşünülmesi amaçlanarak, velayet hakkına sahip olanların bu hakkı kötüye kullanması ya da ihmal etmesi nedeniyle kurum bakımına alınacak çocukların kurum bakımına alınması sırasında ailelerin velayet haklarının kaldırılmasına olanak yaratılmış, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu ile de uyumlu olacak şekilde velayetin nakli müessesesi getirilerek, korunması gereken çocukların bakım ve korunma altına alınması sonrasında alınması gereken velayetin kaldırılmasına ilişkin kararların gecikmesinden kaynaklanan sakıncalar giderilmiştir. Daha önceden korunma kararına bağlı olarak sunulan hizmetlerin çeşitliliği artırılarak, yararlandırma kararına bağlı olarak sunulması hedeflenmiş ve herhangi bir yararlandırma kararına bağlı olmaksızın sunulacak olan destekleyici hizmetlerin çeşitliliği artırılmıştır. Kendi öz ailesi veya koruyucu aile yanında bakılamayan çocuklara ise 50–100 kişi kapasiteli kuruluşlarda korunma altına alınma nedenlerine bakılmaksızın bir arada yapılan bakım yerine; küçük, ev ve aile ortamına uygun, ihtiyaç duyulan hizmete göre planlanan 6–8 kişilik mekânlarda çağdaş bir bakım öngörülmüştür.
Tasarının üçüncü bölümünde ise, topluma yönelik hizmetler başlığı altında kadına, aileye, topluma, yaşlıya ve bakıma muhtaç özürlülere sunulacak hizmetler tanımlanarak, hizmet sunumunun usul ve esasları belirlenmiş, 5378 sayılı Kanun ile uyum sağlanmıştır. Ayrıca bakıma muhtaç yaşlı ve özürlülerin kurum bakımına alınmaksızın kendi ikametlerinde bakılması hizmeti getirilerek kurum bakımının yarattığı psikolojik travmanın önlenmesi ve kurum bakımından kaynaklanan masrafların azaltılması hedeflenmiş, bakıma muhtaç yaşlılar ile özürlülere özel sosyal hizmet kuruluşları aracılığı ile sunulacak bakım hizmeti karşılığında ödenecek ücretin usul ve esasları belirlenmiştir. Tasarının dördüncü bölümünde özel sosyal hizmet kuruluşlarının kurulmasına ilişkin genel esaslar belirlenerek, özel sosyal hizmet kuruluşlarınca verilecek hizmetin aksamaması ve hizmetten yararlananların oluşabilecek olumsuzluklardan etkilenmemeleri için, özel sosyal hizmet kuruluşlarını işletecek gerçek ve tüzel kişilerin teminat göstermesi, hizmet sunulacak alanda gerekli deneyime sahip olması esasları benimsenerek, sivil toplum örgütlerinin sosyal hizmetlerin sunumuna katkıda bulunması ve deneyimlerinden faydalanılması hedeflenmiştir.
Genel olarak değerlendirildiğinde kurumun kendi sorunlarını kurum temelli hizmet modelinde görmesine ve büyük ölçüde 5378 sayılı Özürlüler Kanununda yer alan modele sadık kalmasına karşın , taşra teşkilatını yerel idareye aktarmayı öngörerek hem devlet düzeyinde daha önce yapılmaya çalışılan düzenlemelere hem de kamu idaresi merkezli hizmet sunumuna sadık kalmıştır. İkinci olarak 2005 yılında yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nu ile kurumun getirilen sorumluluklar belirleyici olmuştur. Bu yaklaşım çerçevesinde sosyal hizmet birimleri; çocuk rehabilitasyon merkezi, çocuk merkezi, ilk adım istasyonu, gece barınağı, yaşlı hizmet barınağı, özürlü bakım rehabilitasyon merkezi, kadın sığınma evi, toplum merkezi, aile danışma merkezidir. Halihazır duruma göre sokak çocuklarıyla ilgili oluşturulan; ilk adım istasyonu ve gece barınağı dışında yeni bir hizmet alanı açmayan tasarı, taşra teşkilatlarını devrederek denetimi de merkezden yapmayı öngörmektedir. Bu durum tasarının en temel açmazı olarak karşımızdadır. Kadın sığınma evleri, huzurevleri, toplum merkezleri, gençlik merkezleri gibi alanların yerel idareye devri anlaşılabilir ve hizmet alanı bu eksende ikiye ayrılarak ayrı da değerlendirilebilir. Ancak, çocuk rehabilitasyon merkezleri, özürlü bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin ister kamu idaresi merkezli ister özel sektöre ait olsun merkezden denetim imkanı yoktur.
Sosyal hizmetler ağırlıklı olarak bir bakım hizmeti alanı olarak kurumsallaşmasına karşın kendi toplumsal koşullarımıza uygun bir “bakım modeli” ortaya konulmamıştır. Bir bakım modelinin bulunmaması bu alanda hizmet kalitesi ve denetimi ile ilgili boşlukların oluşmasını belirlemiştir. SHÇEK Kendi geleceğini sadece koordinasyon ve denetim mekanizmalarıyla sınırlı bir işlevde görmesine karşın, hazırladığı kanun tasarılarında standartlarla ilgili herhangi bir atıf yer almamaktadır. Bu durum açıklamasını halihazırda sürdürdüğü yapıda taşımaktadır. SHÇEK ne kendi kuruluşlarında ne de özel sektörde denetimi hizmet kalitesi ekseninde değil idari bağlamda yapmaktadır. Müfettiş merkezli bu denetim biçimi, ortaya çıkan sorunlar karşısında yetkililerin cezalandırılmasıyla sınırlı tedbirleri belirlemektedir. Diğer halde bir bakım modeli ekseninde yapılabilecek hizmet kalitesi standardına yönelik denetimlerin uzman merkezli olması gerekir. Dünyada bu yaklaşım bakım standartları yönergeleri aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
Özürlüler Kanunu’nun “Engel”leri
Bu çalışma Özürlüler Kanunu’nun serüveni ekseninde Türkiye’nin sosyal politika sorunlarını konu edinmektedir. Türkiye Özürlüler Araştırmasına göre (2002) nüfusun %12.29’unun kapsayan, hazırlıkları ve yürürlük aşaması 10 yıllık bir periyoda karşılık gelen özürlüler kanununun serüveni,Türkiye’nin gündeminde AB süreci ile kesiştiği bir bağlamda yer almıştır. Bu süreçte Türkiye geleneksel sosyal politikasından yasal bağlamda uzaklaşmasına karşın kurumsal ve uygulama bağlamında var olan gelenekselliğini korumuştur. Türkiye’nin sosyal politikası hemen hemen tüm sosyal sorunları yoksulluk bağlamına indirgeyen ve çözüm yollarını da sosyal yardım ekseninde sürdüren geleneksel bir yapıya sahiptir. Günümüzde küresel birer olgu olan yaşlılık, özürlülük gibi temel alanlar bu bağlamın içinde ve bu bağlama indirgenerek konu edilebilmektedir. Özürlüler Kanunu’ da süreç içerisinde gerekçe ve metnine yabancılaştırılarak mevcut yapıya indirgenmiştir.
Hem küreselleşme hem de AB, Türkiye’nin sahip olduğu gelenekselliği değişime zorlamaktadır ancak tezat bir biçimde hem küreselleşmenin belirlediği hem de AB’nin sahip olduğu belli sorunlar Türkiye’de gerekli değişimin yerli yerinde gerçekleşmesini engellemektedir. Bu açmaz içerisinde Türkiye bir yandan gerekli olan düzenlemeleri sürdürürken diğer yandan düzenlemeleri kendi yapısına uydurmaktadır. Bu durum tam anlamıyla bir direnç olarak nitelendirilemez, sosyolojik anlamda modernlikle olan ilişkisinin getirdiği bir tarz olarak karşımızdadır. Batı geleneğinin ürünü olan modernlik Batı dışında belli bir kırılmaya uğrayarak gelişmektedir. Özürlülük konusu özelinde ise bu durum daha derin bir boyut kazanır. Türkiye’nin refah devleti anlamında belli uygulama ve kurumlaşmaya sahip olmaması yanında günümüzde küreselleşmeyle sosyal devlet olgusunun sorun haline gelmiş olması, ek olarak AB’nin bir özürlüler politikası değil de bir stratejisinin bulunması, bu konuda Türkiye’nin kendi tarzını kolayca sürdürmesini koşullamaktadır.
Türkiye açısından anlamlı bir özürlüler politikasının inşası ancak anlamlı bir sosyal politikanın inşasıyla imkanlıdır. Bu bağlamda konu hem küreselleşmenin hem de AB’nin sorunları içerisinde temellendirilebilir. Küreselleşme özelde özürlülük olgusunu küresel boyutta bir bağlama yerleştirmiş ve mevcut belli uygulamalara “standart uygulamalar” niteliğini kazandırmıştır. Bu durum ulusal ölçekte değerlendirilen belli olguların küresel ölçeğe taşınması anlamına geldiği kadar sosyolojik açıdan belli toplumsal olguların değerlendirilmesinde yerelin/toplumsal bağlamın önemsizleştiği yargısını da barındırmaktadır. Gelinen süreçte sosyal sorunlara yönelik biçimlenen bir sosyal politika yerine uluslar arası geçerli hale gelmiş belli ve sosyal politikayı belirleyen şemalardan söz edilebilirdir. Sorun alanı ne olursa olsun; kadın, yaşlı, özürlü karşımıza; ayrımcılık, istihdam, sosyal güvenlik gibi temel kategoriler çıkmaktadır.
Sosyal sorunlara tartışmasız çözümlerden söz edilebildiği oranda bu duruma itirazın anlamı da bulunmamaktadır. Ancak dünyada “dezavantajlı gruplar” olarak ele alınan olgunun küresel anlamda değerlendirilebilmesini sağlayan sorunların benzerliğidir. Bu doğrultuda küreselleşme pozitif anlamda toplumsal sorunlara çözüm arayışında dünya ölçeğinde bir platformun oluşmasını belirginleştirmektedir.
Bu bağlamda küreselleşme dünya ölçeğinde sosyal devleti belirleyen/sınırlandıran bir süreç olarak yerleşirken, başta özürlülük olmak üzere dezavantajlı gruplar sosyal politikanın baş edilemez konuları olarak belirginleşmektedir. Ortaya çıkan sorunlara göre biçimlenen sosyal politikanın küresel koşullar eşliğinde hem belli standartları içeren bir yapıda hem de geçmişe göre imkanlar açısından daha sınırlı olarak ele alınması, günümüzde yükselen birer değer olarak da nitelendirebileceğimiz belli olguların konu edilmesini anlamlı hale getirmektedir.
Diğer yandan özürlülük insana dair her alanı kuşatan bir fenomendir. Dolayısıyla insana dair her alanda sorunları bağlamında çözümlenebilirdir. Her toplumsal olgunun kavranmasında olduğu biçimde özürlülük konusunda da belli disiplinlerin, belli yaklaşımların hatta belli politikaların pencerelerinden farklı yönleri belirginleşen, farklı sorunları öncelenen, farklı çözümler üretilen bir olgudur özürlülük.
Tartışılamayacak olan özürlülerin tarihte olduğu gibi günümüzde de ciddi sorunlarının bulunduğu, bir çoğumuzun gündelik yaşam içinde sıradan yaşadıklarının özürlüler açısından ulaşılamayacak bir konfor olduğudur. Ve yine tartışılamayacak olan özürlülük gerçeğinin özürlülüğü yaşayanlar dikkate alınmadan anlaşılamayacağıdır. Günümüz dünyasında özürlüler hareketinin en önemli argümanının “özürlüler hakkında özürlüler olmadan asla” olması, tarihsel olarak özürlülük konusunda yapılmaya çalışılanların etkisiz hatta yanlış olduğunu vurgulayan bir gösterge olarak okunması gerekmektedir.
Türkiye’nin en önemli projelerinden olan AB ise, Giddens’ın (1998) ifade ettiği gibi; dünyadaki bir çok başka şey gibi, hem küreselleşmeye bir tepki, hem de onun bir ifadesi olarak görülmelidir. AB günümüz koşullarından bir hayli farklı bir bağlamda ortaya çıkmış ve küreselleşmeyle birlikte ortaya çıktığı bağlamdan çok farklı bir bağlama evrilmiştir. Küreselleşmenin sorunlarına karşı bir tür çözüm olarak nitelendirilebilecek olan AB projesi, hem geçen sürede hem de halihazırda sürekli değişen bir projenin adıdır. Küreselleşme ulus-devletin doğasını ve rolünü değiştirmektedir bu anlamda AB hiçbir zaman yine Giddens’ın ifadesiyle; süper bir ulus-devlet gibi olmayacaktır. Bu anlamda Türkiye için AB; ekonomik zenginliğin artırılması, bireysel özgürlüklerin korunması ve demokratik hakların ayrımsız tanınmasını kapsayan, dünyadaki herkesin paylaşabileceği ideallere karşılık gelmektedir (Giddens, 2000).
Türkiye adına bir politika; öncelikle küreselleşme sürecini doğru değerlendiren, bu değerlendirmede konu sadece AB sürecine indirgenmeyen ancak AB’nin de içinde yer aldığı çok katmanlı bir yapıya sahip olmak durumundadır. Sosyolojik anlamda piyasa ile ekonominin, ekonomi ile toplumun aynı şeylere karşılık geldiği gibi kullanım yaygınlığına ulaşmış olması, bizim gerçeklik karşısındaki duruşumuzu da belirlemektedir. Türkiye ilk başta Batı’da görüldüğü biçimde bir sosyal devlet uygulamasına (Refah Devleti) sahne olmamıştır. Bu fark AB sürecinde Türkiye’nin karşısına çıkan bir çok sorun karşısında AB müktesebatının gereği olan ancak çözümü farklı mekanizmaları gerektiren daha başka sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda AB süreci sadece müktesebata uyuma indirgenemeyecek bir karakteristik taşımaktadır (Aysoy, 2008)
Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren STK’lar tarafından gündeme alınan ve 1999 yılında gerçekleştirilen “I. Özürlüler Şurası” nın temel kararları arasında yer alan özürlüler kanunu çıkarılması ile ilgili talepler hem özürlülük konusunda belli bir anlayış olgunlaşması hem de bir ihtiyacın göstergesidir. Hazırlıkları 2004 yılında tamamlanan Özürlüler Kanunu temmuz 2005’te yürürlüğe girmiştir.
Toplam 52 maddeden oluşan Kanun; bir çerçeve (16 Madde) ve 36 maddeden oluşan değiştirilen hükümler olarak iki bölümden oluşmaktadır. Çerçeve, özürlüler politikasının parametrelerini saymakla birlikte özellikle kamu idaresine bir perspektif kazandırma işlevini yüklenmiştir; sosyal haklar, istihdam, eğitim, bakım hizmetleri, ulaşılabilirlik ana düzenleme alanlarıdır. İkinci bölüm var olan mevzuatta bulunan özürlülüğe dayalı ayrımcı düzenlemeleri kaldırmıştır.
Özürlüler Kanunu Türkiye’de var olan mevzuatta yer alan tanımları değiştirdiği gibi yeni alanlarla ilgili tanımlamaları mevzuata dahil etmiştir. Buna göre hem yeni tanımlar hem de yeni açılan kategoriler kanun metninin tanımlar bölümünde sayılmıştır. Tasarım bütün olarak değerlendirildiğinde bir sentezin, özürlülük konusunda sentez bir yaklaşımın eseridir. Dünyada geleneksel yaklaşım dışarıda bırakıldığında iki temel yaklaşımdan söz edilebilir; medikal ve sosyal model. Medikal model ve sosyal model özürlülerle ilgili politikaları belirleyen iki uç yaklaşımdır. Özürlülüğün toplumsallığını ve engelliliği öne çıkaran sosyal model özürlüler hareketinin en önemli dayanağıdır.
Türkiye’de özürlülük alanında medikal yaklaşımın ağırlığı söz konusudur ve bu yapı karşısında sosyal model daha anlamlı gelen yaklaşımdır. Ancak devlet düzeyinde yapılan çalışma ve düzenlemelerin her ikisinin bir sentezinde yer alması kaçınılmaz olduğu için uygulamaya yansıyan açıkça ne o ne de diğeri diyebileceğimiz bir sentezdir. Dünya Sağlık Örgütü’nün geliştirdiği sınıflandırma, bir sentez model ICF’in de kanunla Türkiye’de kullanıma girmiş olması tesadüf değildir. Özürlüler kanunu bu anlamda gelecek dönemde özürlülerle ilgili düzenlemeleri belirleyeceği gibi özellikle sivil toplum ve gönüllü kuruluşların, özürlü ailelerinin çalışmalarını da biçimlendirecektir. Özürlüler kanunu modern gelenek olarak sayabileceğimiz “kurum temelli” ve kamu idaresi merkezli hizmet anlayışı yerine, özürlüleri sosyal evreninden kopartmadan sunulacak hizmetleri öncelemiştir. Bu yaklaşım Türkiye’de sosyal hizmet kurumlarının yeniden yapılandırılmasını belirlemiştir. Türkiye’de kanundan önce kamu idaresi merkezli bir kurumlaşma yanında sosyal hizmetlerde kamu tekeli söz konusuydu. Sorunları ülke sınırları dışına taşmış olan bu yapılanmanın değiştirilmesi için özürlüler kanunu’nda yeterli alt yapı kurulmuştur.
Özürlüler Kanunu’nun genel esaslar bölümü ayrımcılıkla mücadelenin vurgulandığı ve özürlülerle ilgili kamu perspektifinin oluşturulduğu bölümdür. Bu bölümde yer alan vurgu daha sonra getirilen hükümlere Ceza Kanunu’nun yapılan düzenlemeyle genel olarak yansımıştır. Özürlüler Kanunu’nun en önemli bölümlerinden biri istihdamdır. Türkiye’de özürlülerle ilgili en önemli sorunların başında istihdam gelmektedir. Türkiye’de özürlü istihdamında kota uygulaması bulunmaktadır. Özel sektörde belli bir başarısı olan bu istihdam politikası kamu alanında başarısızdır. Ayrıca bu istihdam modeliyle ağır özürlülerin istihdamı sağlanamamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de özürlülerin istihdamıyla ilgili korumalı işyerleri ve mesleki rehabilitasyon merkezlerinin kurulması kanunda yer almıştır.
Özürlüler Kanunu’nun Türkiye’de açtığı yeni alanlardan en önemlisi bakım hizmetleridir. Daha önce sınırlı sayıda bakıma muhtaç özürlüye bakım veren Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü kanunla birlikte hizmet alma yoluyla ağır özürlülere bu hizmeti sağlamakla yükümlü olmuştur. Ağır özürlü çocuğu olan ailelerinin en önemli sorunu olan kendilerinden sonra çocuklarının ne olacağı endişesi karşısında kanunla ağır özürlülere bakım teminatı getirilmiştir. Bu düzenlemeyle Türkiye’de özel bakım merkezlerinin oluşması ve yaygınlaşması öngörülmüştür. Ayrıca ulaşılabilirlik açısından kamu kurumlarına 7 yıllık bir süre verilerek gerekli alt yapının oluşturulması hükme bağlanmıştır. Yine Türk İşaret Dilinin oluşturulması kanunun önemli hükümlerindendir.
Buna karşılık Özürlüler Kanunu’nun en önemli eksiği ayrımcılıkla ilgili tanımlar yanında ayrımcılıkla mücadelenin alt yapısı olan bir “Eşitlik Kurumu” nu içermemesidir. İkinci olarak istihdamla ilgili hükümler bütçe kurulamadığı için işlevsiz kalmıştır. Bakım hizmetleri ile ilgili alanda yapılanlar ise bu makalenin ana tezini besleyen en önemli veriler olarak karşımıza çıkar. Bakım hizmetleri ile ilgili oluşturulan bütçe özürlü çocuğu olan ailelere bakım ödeneğine dönüştürmüştür. Başka bir ifadeyle bakım hizmeti bakım yardımına dönüşmüştür. Türkiye’de bu alanda çok önemli bir bilgi sorunu ve uzman yetersizliği söz konusudur. Bakım hizmetlerinin öngörüldüğü biçimde alt yapısının kurulmaması halinde yarın yaşlanmayla birlikte yaşlı bakım hizmetlerinin kurumsallaştırılmasının imkanı da olmayacaktır. Çünkü sosyal bakım özürlüler kadar yaşlıları da kapsayan bir hizmet alanıdır. Kanunda evde bakım dahil bir çok gelişmiş ülkede örnekleri bulunan hizmet türlerinin sayılmış olmasının gerekçesi kapsamıyla sınırlı değildir. Gelinen durumda Özürlüler Kanunu metin olarak var olan ancak işlev olarak engelli bir durum kazanmıştır.
Sonuç olarak özürlülük bağlamında Türkiye’nin temel sorunlarını şöyle sıralayabiliriz;
Birincisi; ayrımcılıkla mücadele özürlülük alanında en önemli stratejidir ancak özürlülük ayrımcılık olgusunun sadece bileşenlerinden biridir. Ayrımcılıkla mücadele Batı dünyasında daha farklı boyutlarda ortaya çıkmış en son özürlülüğü kapsamıştır. Irka dayalı, cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadele Batıda tarihselliğe sahip olmuştur. Geçen sürede cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadelede belli bir yol alınmasına karşın dine dayalı ayrımcılık karşısında aynı başarıya ulaşılamamıştır. Bu durum ayrımcılık konusunun Türkiye’de diğer boyutlarını da kapsayan bir yaklaşım ve düzenlemelerle çözümlenebilirliğini göstermektedir.
İkincisi; özürlülerin topluma katılımında en önemli boyut olan istihdam gelinen durumda çözümsüzlüğe itilmiştir. Kota-ceza sistemine dayalı politika sınırlı bir sonuç getirmektedir ve Türkiye’de alternatif modellerin hayata geçirilme zorunluluğu bulunmaktadır.
Üçüncüsü; Türkiye’de yaşlılık konusunda önemli bir farkındalık sorunu bulunmaktadır. Sürekli genç bir nüfusa sahip olunduğuna dair yapılan vurgu halihazırda yaşlı yokmuş gibi bir algıyı da koşullamaktadır. Yaşlılık önemli bir özürlülük nedenidir, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü verilerinde durum oldukça çarpıcı yanlarıyla belirgindir. Türkiye’de 100 yaşın üzerinde 33.000 kişi, 95-100 arasında 215.000 kişi yaşamaktadır. Yaşlılık sınırı olan 65 ve artı olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan hesap olgunun boyutlarını bize sunmaktadır. 5.3 Milyon kişi yaşlılık sınırı üzerindedir. Yaşlılığın bir özür nedeni olması ve yaşlanmaya paralel olarak ülkemizin özürlülük oranının yükselecek olması konuyu çok daha farklı bir boyuta sürüklemektedir. Diğer yandan ülkemizde yaşlılık öncelikle bir yoksulluk nedenidir. Bu durum sadece sosyal güvenlikle ilgili de değildir. Emekli olan bireylerin yaşam kalitelerinde ortaya çıkan farklılık yanında, yaşa dayalı bir ayrımcılığa uğruyor olmaları diğer bir gerçekliktir.
Dördüncüsü; göç sosyal alanın en önemli olgusudur. Kırsal alan ve kentsel alanda var olan farklı sorunlar yanında ülke nüfusunun önemli bir bölümünün göçmen olması sosyal alanda yapılması gerekenlere çok farklı bir boyut kazandırmaktadır. TÜİK verilerine göre 2010’a kadar kent nüfusu %8 artacaktır. Halen kırsalda ise 30 milyona yakın bir nüfus barınmaktadır. Hareketlilik yoksullukla mücadelenin önceliği olduğu kadar diğer açılardan; yaşlılık, özürlülük değerlendirilmek durumundadır.
Beşincisi; ülkemizde sorunları ülke sınırları dışına taşmış olan bakım hizmetlerinin yeniden yapılandırılması ve kurumsallaşmasının sağlanması gerekmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’de etkin bir sosyal politikanın kurumlaşamamasını, kendi koşullarına uygun bir toplum modelinin olmadığı argümanına dayandırılabilir. Tanım gerektirdiği takdirde “geleneksel toplum modeli” olarak tanımlanabilecek olan durum karşısında kuşatıcı bir toplum modeli ihtiyacı bulunmaktadır.
Halihazır toplum anlayışı Türkiye’de bir yoksulluk kültürünün oluşmasını, yoksulluğun buna yeni yoksulluk da dahil derinleşmesini belirlemektedir. Ayrımcılık konusunda karşımıza çıkan engeller yine bu bağlamın dışında değildir. Toplumu kozmopolit yapısı üzerine değil yoksulluğu, yaşlılığı, özürlülüğü homojen birer yapı olarak algılayan bu yaklaşım sonuçta çözümü sosyal yardımla sınırlı olarak değerlendirmektedir.
Kaynakça
Aysoy, M. (2004), Avrupa Birliği Sürecinde Özürlüler Politikası, Açı Kitaplar, İstanbul.
(2008), Hayatı Paylaşmak İçin Engel Çok, Açı Kitaplar, İstanbul
Giddens, A. (1998), Modernliği Anlamlandırmak, Alfa Yayınları
(2000) Üçüncü Yol, Alfa Yayınları, İstanbul
Türkiye Özürlüler Araştırması (2002), Devlet İstatistik Enstitüsü
Sosyal Politika Ve Yaşlılık
Yaşlılık ülkemiz açısından yapılan nüfus projeksiyonları dikkate alındığında AB ülkelerinin karşı karşıya bulunduğu olgunun boyutlarına sahip değildir . 2020 yılında Türkiye’de 65 ve üstü yaşlı grubunun toplam nüfus içindeki oranı % 7.9 ile AB’nin en düşük düzeyinde olması beklenmektedir. Buna karşılık bu oranın, AB’de ortalama olarak % 21’e çıkması hesap edilmektedir (OECD; Taxing Wages 2003-2004; Şubat 2005). Ancak sosyal politikanın bir bütün olduğu ve dezavantajlı gruplara yönelik yaklaşımların bu bütünün birer parçası olduğu dikkate alındığında, ülke gerçeklerimize göre inşa edilmesi gereken politikanın tüm sorun alanlarını kuşatması gerekmektedir.
Halihazır duruma dikkat edildiğinde güçlü bir aile dokusuna vurgu yapılarak ele alınan sorunlar, “aile odaklı” bir politika ile çözümlenmemektedir. Ek olarak kendi içinde ayrı değerlendirilebilir olan sosyal olguların temelde ayrıştırılamaz olduğu, örneğin özürlülük konu edilirken yaşlılığın dışarıda bırakılamayacağıdır .
Sosyal olguların ele alınış biçimi çözüm modellerini belirlemektedir. Bu anlamda da ülkemiz açısından yapılabilecek en doğrudan tespit; “modernliğin ürünü sorunlara geleneksel çözümler üretilmesi”dir. Ülkemizde yaşlılık konusunda bir çözüm gibi görülen “huzurevi” modeli bu durumun en güzel örneğidir. Bir tür bakım evi olarak nitelendirebileceğimiz bu kurumlar hem kurum temelli anlayışın hem de sosyal dışlanmanın üretilmesinin göstergeleri olarak bulunmaktadır.
Günümüzde söz konusu geleneksel yapılanmalar yapılan yasal düzenlemelerle değiştirilmektedir. Yeni yasal düzenlemelerde aile destek hizmetleri, evde bakım gibi yeni hizmet biçimlerinin yer alması bu alanda devreye sokulan yeni bir politikanın yansımaları olarak değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda yaşlılık konusunda bu yıl gerçekleştirilen kongreler yanında DPT’nin “Yaşlılık Eylem Planı” çalışmaları devlet düzeyinde önemli çalışmaların başlangıcı olma niteliğindedir.
Konuya AB süreci ekseninde yaklaşıldığında ise “yaşlı hakları” önemli bir tema olarak karşımıza çıkmaktadır. AB Anayasa metninde yer alan “Birlik, yaşlıların onurlu ve bağımsız bir yaşam sürme ve toplumsal ve kültürel yaşama katılma hakları olduğunu kabul eder ve bu haklara saygı gösterir.” İfadesi sosyal politikanın temel bağlamını da belirlemektedir.
Bu çerçevede AB sosyal programlarında sosyal dışlanma ve ayrımcılıkla mücadele çalışmalarının önemli bir boyutunu yaşlılık oluşturmaktadır. Söz konusu programlara ülkemiz şubat 2003 tarihinden itibaren dahil olmasına karşın özelde yaşlılık konusunda henüz belli bir çalışma ortaya koymamıştır.
Ülkemizde yaşlılar politikasının temel esasları belirlenirken, yaşlılığın tüm tezahürleri ve boyutları dikkate alınmalıdır. (Aktif) yaşlılar politikası, geleneksel anlamda sadece yaşlılara (maddî) yardım politikası olarak algılanmamalıdır. Gelir yetersizliği yanında yaşlıların bir çok sorunları mevcuttur: Örn.: Malullük gibi gayri ihtiyari erken emeklilik; Yalnızlık ve sosyal dışlanma; Toplumsal katılımın yetersizliği; Hastalıklar; Bakıma muhtaçlık riski.
Toplumun yaşlanması ve yaşlılık sorunlarının gençler ve gelecek nesiller açısından sadece toplumsal yük ve maliyet olarak da değerlendirilmemelidir. Elbette yaşlılara dönük sosyal transferlerdeki artış ve bakım hizmetlerine yönelik artan oranlardaki altyapı giderleri kaçınılmazdır. Ancak, yaşlılar politikasının da ekonomik büyümeye ve yeni iş imkânlarının açılmasına katkıda bulunduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Yaşlılar politikası açısından üç önemli boyut ortaya çıkmaktadır:
1.) Yerel çalışmalar, gelecekte de ağırlıklı olarak yardım ve destek programlarına yönelik olması gerekmektedir. İleri yaşlılık, ailelerin değişen sosyo-ekonomik yaşama şartları, konut durumu, yaşlı toplumun sosyo-kültürel dışlanması gibi bir çok sorun daha belirgin olarak yaşanacaktır. Buna karşılık sağlık, bakım, aile, sosyal güvenlik ve konut alanında kişilerin bağımsızlığını sağlayan destek hizmetleri verilmelidir.
2.) Nesiller arası dayanışma ruhuna ve sosyal barışa katkı sağlamak adına yaşlıların artan potansiyellerinden daha çok yararlanılmalıdır. Bunun için bu potansiyellerin gün ışığına çıkması özellikle iş hayatında, sosyal aktiviteler alanında ve siyasî faaliyetlerde teşvik edilmelidir.
3.) Yaşlılar çalışmaları bütüncül ve koordineli bir şekilde uygun kurum ve kuruluşlar aracılığıyla organize edilmelidir.
Yaşlı nüfusun gelecekteki dağılımı ve yapısına göre mahallî sosyal hizmet programları uygulanmalıdır. İleride daha çok tek başına yaşayan yaşlılar ve bunlar arasında bayan yaşlılar olacaktır. Yaşlı çiftlerin sayısı da artacaktır. Yakın sosyal ve enformel çevrenin yaşlı sorunlarının çözümüne yönelik katkısı ise demografik gerçeklerin yansımaları (çocuklu ailelerin sayısının azalması) sonucunda gittikçe azalacaktır. Ayrıca aile fertlerinin ve tabiî ki kadınların da hemen hepsinin çalışma hayatında bulunması ve bundan dolayı yaşlılarla yeterince ilgilenememeleri, evlenmelerin veya yeniden evlenmelerin azalması ve yaşlıların bilinçli olarak yalnız yaşamak istemesi gibi faktörler de yalnız yaşlıların sayısını artıracaktır. Yabancı yaşlıların sayısı da ileride artacaktır.
Bu tespitler, yerel sosyal hizmetlerin nicelik yönden artacağını ve nitelik açıdan da kendi içinde detaylandırılması gerektiğini göstermektedir. Yaşlılarla iletişim ve beşeri münasebetlerin korunması ve geliştirilmesi, ev idaresi, ulaşılabilirlik, katılımcılık, yaşlı danışmanlık hizmetleri, ölüme manevî refakat hizmetleri, ileri yaşta olanlara dönük bakım hizmetleri gibi çalışmaların-faaliyetlerin yeniden biçimlendirilmesi şarttır.
Farklı ihtiyaçlara dönük biçimlendirilmiş yaşlı hizmetlerinin iki hedefi olmalıdır:
1.) Yaşlıların özerkliği çerçevesinde bağımsız yaşama kabiliyetlerinin korunması ve artırılması.
2.) Yaşlıların kaliteli bir hayatın içinde bulunmalarının temini ve geliştirilmesi.
Her iki hedefin gerçekleştirilmesi, çoğu zaman konutların yapısı ve özellikleri ile ilgilidir. Yaşlıların fizikî ihtiyaçlarını karşılayan mekânların sayısı artırılmalı ve yaşlı dostu mahalleler oluşturulmalıdır. Yaşlı konut politikaları bundan dolayı demografik değişimleri dikkate almalı ve şu özellikleri içinde barındırmalıdır:
1.) Özellikle fonksiyonel yetersizlik içinde bulunan yaşlılara içinde yaşadıkları evlerde sosyal koruma, kişiye ve eve (ev temizliğine) dönük bakım hizmetleri sunulmalıdır.
2.) Konut yapımı ve çevre düzenlemeleri, kişiler arası sosyal diyalogu kolaylaştırmalıdır. Gruplara dönük konutların projeksiyonu çizilmelidir.
3.) Yaşlıların güvenliği temin edilmelidir.
4.) Yaşlıların mahremiyeti korunmalıdır.
5.) Konutlar sosyal nitelikte ve ucuz olmalıdır.
6.) Konutlara yakın çevrede ihtiyaçların karşılanmasını sağlayan tesisler bulundurulmalıdır (alış veriş yerleri, eczane, hastaneler, bakım merkezleri vb.).
7.) Konutlar, teknolojik gelişmelere paralel olarak haberleşme (iletişim kurma) ağı ile donatılmalı ve acil durumlarda yaşlılara hemen ulaşılmalıdır.
Ülkemizde Özürlülük Ve Sosyal Politikanın Oluşturulması
Özürlülere ve özürlülüğe, toplumdan topluma ve tarih boyunca değişen anlamlar yüklenmiştir. Çeşitli toplumlarda geçmiş dönemlerde özürlülere tanrının cezalandırdığı insanlar gözüyle bakılıp, toplum dışına itilirken, bu bakış açısı giderek "acıma hayırseverlik" duygularının etkisi altında özürlülüğün sonuçlarının "telafi edilmesi" şekline dönüşmüştür. Bu anlayış özürlülerin muhtaç insanlar olarak algılanmasına, onlara yönelik yapılan ve yapılacak olan tasarrufların korumacı biri temelde gelişmesine yol açmıştır.
Ülkemizde de, özürlüler alanında 1950'lere kadar dinsel yaklaşımların ve tıbbi bakımın öne çıktığını görmekteyiz. 1950'lerde giderek önem kazan¬maya başlayan insan hakları ve demokrasi kavramlarıyla birlikte, özürlüle¬rin toplum içinde korumalarına yönelik çeşitli yasal tedbirler alınmaya baş¬lanmıştır. Alınan bu yasal tedbirlere baktığımızda bireyci yaklaşımın egemen olduğunu görmekteyiz. Yani, özürlüler olgusunun toplumsal niteliği göz ardı edilerek, özürlülerin toplumsal yaşam içerisinde yer alamama nedeni fonksiyon sınırlılıklarına indirgenmektedir. Bu doğrultuda günümüze kadar özürlüleri korumak adına, ayrımcılığa yol açan uygulamalara yer verilmiştir.
Özürlüler alanında yaşanan bu süreçte özürlülüğe sosyal yönü ihmal edilerek, yalnızca tıbbi boyuttan bakılmış olması, özürlü insanların "farklı" oldukları yolundaki anlayışının yerleşmesinde önemli bir rol oynamış, böyle¬ce bütünleşmeden çok, farklılıkları öne çıkaran "özel çözümler" kural haline gelmiştir. Özürlülere yönelik önyargılı ve ayrımcı tutumları ile fırsat eşitlili¬ğinin olmaması karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirmiştir.
Ancak, dünyada 1970'ler ve 1980'lerde eylemci özürlüler ve özürlü örgütleri özürlüyü, özürlülük problemini bireye indirgeyen ve kişinin yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan fonksiyon sınırlılığı ya da psikolojik tepkilerin sonu¬cu olarak gören bireysel yaklaşımı eleştirmeye ve özürlülüğe yönelik toplum¬sal bir yaklaşım geliştirmeye başlamışlardır. Geliştirilen bu yaklaşım "sosyal model" olarak isimlendirilmektedir. Burada yetersizliğin varlığı reddedilmemekte, fakat bunun bir problem olarak yaşanmasının sebebi bireyde değil toplumda aranmaktadır. Yani sosyal model ile özürlülük probleminin bireysel sınırlılığa bağlı olarak değil, toplumun gerekli hizmetleri sunmamasından ve özürlülerin ihtiyaçlarım dikkate almamasından kaynaklandığı öne sürülmektedir. Burada, bireysel önyargıdan, kurumsal düzeyde ayrımcılığa, ulaşılabi¬lir olmayan ulaşım sistemlerinden, ayrıştırılmış eğitime, bazı işyerlerinin özürlülere ayrılması şeklinde olan dışlayıcı çalışma biçimlerine kadar olan her durum söz konusudur.
Değişen bu anlayış doğrultusunda özürlülüğün tanımında ve özürlülüğe bakış açısında da değişmeler meydana gelmiştir. Bu görüşe göre fiziksel işlev¬lerin sınırlılığı, bireyin günlük yaşama katılımında bir engel oluşturduğu sü¬rece, özürlülükten bahsedilmekte; özürlü birey, kişisel kapasitesi ile içinde ya¬şaması gereken çevre arasında uyum sağlayamayan kişi olarak tanımlanmaktadır. Birey; bozukluk ve yetersizliğe rağmen, toplumla sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan bütünleşebiliyor, yaşamdaki rollerini yerine getirebiliyor¬sa, özürlü kabul edilmemektedir. Bu yaklaşımda, özürlülükten söz edebilmek için, bazı aktivitelerin yapılamaması, bireyin ev, iş ve sosyal yaşamının gere¬ği olan rollerini yerine getirememesi üzerinde durulmaktadır.
Dünya üzerinde yaşanan bu gelişmelere paralel olarak Ülkemizde de özürlü ve özürlülük olgusuna bakış açısından değişmeler meydana gelmiştir. Son yıllarda, Ülkemizde de normal kişilerin sahip olduğu ayrıcalık, hak ve olanaklardan özürlü bireylerin de yararlanabilmesi ve onlara hizmet verecek şekilde düzenlemeler yapılması gerektiği üzerinde önemle durulmaktadır. Yetersizlikten etkilenmiş bireylerin etkilenmeyenler gibi kabul edilmesi ve de¬ğerli görülmesi toplumumuzda savunulmaya başlanmıştır. Özellikle, özürlü¬lerin kamu hizmetlerinden yararlanma haklarım kullanabilmelerine yönelik gelişmeler, bazı sistemlerde köklü değişiklikleri gündeme getirmiştir.
Özürlülük olgusuna bakış açısındaki gelişmelere rağmen Ülkemizde özürlülerin içinde bulundukları duruma baktığımızda, her şeyden önce alan¬la ilgili alınan karalarda, oluşturulan politikalarda katılımla ilgili boşluklar bulunduğu, özellikle özürlü nüfusun kendileri ile ilgili hizmetlerin organizasyonunda, tasarımında ve karar alma sürecinde katılımının olmadığım görmekteyiz. Ülkemizde yapılan yasal düzenlemeler ve hizmetler gözden geçirildiğinde, özürlülerin içinde bulundukları koşulların iyileştirilmesine ve toplu¬mun özürlüye bakış açısının geleneksellikten, çağdaşlığa geçişini sağlayacak olan halkı bilinçlendirme, bilgilendirme ve savunuculuk hizmetlerine yeteri kadar yer verilmediği görülmektedir.
Toplumumuz özürlüler alanında yeterli bilgi ve bilince sahip değildir. Buna, karar verme yetkisinde olan parlamenterler, yöneticiler, sivil toplum örgütleri ve uygulayıcılar da dahildir. Doğrudan karar verme yetkisinde olan ve alana yönelik politikalar oluşturan bu kişilerin çoğu konu hakkında yeter¬li bilgi birikimine sahip değildir.
Özürlüler; sağlıktan, eğitime, istihdamdan, ulaşabileceği bir çok alanda sorunla karşılaşmakta, bir çok özürlü bu hizmetlere geç ulaşmakta veya hiç ulaşamamaktadır. Özürlülerin getirdiği engellere ek olarak bir de toplumun önerilerine bilinçli veya bilinçsiz olarak çıkardığı engellerle uğraşmak zorun¬da kalmaktadırlar.
Ülkemizde özürlülük alanında hizmetlerin sunuluşuna ilişkin mevcut düzenlemeler ve işlerlik düzeyi ele alındığında, belirli bir dağınıklıktan ve program eksikliğinden söz etmek gerçeği ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde özürlülere yönelik hizmetler farklı sorumlular tarafından birbirinden bağım¬sız olarak yürütülmektedir. Bu hizmetler ayın amaca yönelik hizmetlerdir ve birbirini bütünleyici nitelikte sunulmalıdır. Özürlüler için alınacak herhangi bir önlem, bütüncül bir yaklaşıma dayalı olmalı ve bütünleşmiş bir yapı çerçevesinde uygulanmalıdır. Üretilen çözümler ve hizmetlerde bütüncül bir yaklaşımın olmaması nedeniyle, amacına ulaşmamakta, hizmet sunumunda etkinlik sağlanamamaktadır.
İşte özürlüler alanında yaşanan bu sorunların çözülmesi, özürlülere yönelik hizmetlerin koordine edilmesi, sorun alanının ihtiyacı olan verilerin sağlanması, sorun alanının sorunlarının tespit edilmesi, çözümler üretilmesi, araştırmaların ve projelerin yapılması, hizmetlerdeki dağınıklığın giderilme¬si, bu alanda hizmet veren kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğin sağlanma¬sı amacıyla 1997 yılında 571 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Özürlü¬ler İdaresi Başkanlığı kurulmuştur.
Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, istihdam, tıbbi, mesleki, sosyal rehabilitasyon ve toplumsal yaşama tam katılım gibi temel sorun alanlarında, özürlülerin eşit fırsatlara sahip olmalarının sağlanması, dolaylı ve dolaysız her türlü ayrımcılığın önlenmesi, gerektiğinde pozitif ayrımcılığa tabi tutularak diğer bireylerle eş konuma gelmeleri, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, toplumun üretken bireyleri olarak toplamsal gelişmelerden pay almalarının sağlanması Başkanlığımızın temel amaçlarıdır.
Özürlülere yönelik çözümlerin sistemin tümünü kapsaması; sistem içi bir yaklaşımla ele alınarak çözümün gerçek ihtiyaçları karşılamayı hedefle¬yen, doğum öncesinden başlayıp ölüme kadar uzanan yaşamın bütün süreçle¬rine yönelik hizmetlerin sosyal destek hizmetleriyle bütünleştirilerek sunul¬ması ve yasal düzenlemelerin uluslar arası normlar göz önünde bulundurula¬rak bu yönde yapılmasının gerekliliğine inanan Özürlüler İdaresi Başkanlığı çalışmalarını bu doğrultuda yürütmektedir. Başkanlığımızın gerçekleştirdiği ve devam eden çalışmalarından bazıları şunlardır:
Günümüze kadar özürlüler alanında yapılan yasal düzenlemelere ve politikalara bakıldığında, üzerinde çok düşünülmeden, detaylanmadan, sorun alanı ve bu alanın özellikleri tanınmadan, ihtiyaçları belirlenmeden, konuya bütüncül yaklaşılmadan yasaların çıkarıldığı, uygulamaların yapıldığı, politikaların üretildiği görülmektedir. Bu düzenlemelerle uygulamada herhangi bir sorunla karşılaşıldığında değişikliklere gidilerek, sorun giderilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayışla ülkemizde özürlüler alanında eksiklerine rağmen bir çok yasal düzenleme bulunmaktadır. Bir çok alanı kapsayan, sayıca çok yasal düzenlemelerin bulunmasına rağmen, bunların uygulamaya geçirilmesinde eksiklikler, sorunlar yaşanmaktadır. Bazıları ise hiç uygulanmamakta¬dır. Oysa ülkemizin özürlüler alanına tamamen vakıf, konuya bütüncül yak¬laşan, bütüncül çözümler üreten, uygulama ve denetim aşaması da düşünüle¬rek yapılacak yasal düzenlemelere ihtiyacı vardır. Bu anlayışla üniversitele¬rin ilgili bölümlerinde görevli öğretim üyeleri, ilgili sivil toplum örgütlerinin, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerinin de görüş ve önerileri doğrultusun¬da fırsat eşitliğini temel alan ve konuya bütüncül yaklaşan bir "Özürlüler Ya¬sası" taslağı oluşturulmuştur. Bu taslak üzerinde çalışmalar devam etmekte¬dir.
Özürlülere götürülen hizmetlerin ve düzenlemelerin sağlıklı olabilmesi¬nin ön koşullarından biri de; toplumumuzda mevcut özürlü nüfusun nicelik ve nitelik olarak durumunun ortaya konması, sağlıklı verilerin elde edilmesidir. Bu amaçla Başkanlığımız tarafından "Özürlüler Araştırması" projelendiril¬miş ve Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından bu araştırma gerçekleştirilmiş¬tir. Elde edilen bu sonuçlar özürlüler alanının net bir fotoğrafını yansıttığı ka¬dar, bu alanda yapılacak çalışmalara ışık tutacak ve temel referanslar oluştu¬racaktır.
Özürlüler alanında yaşanan en önemli sorunlardan biri de, sağlık hizmetlerinde koruyucu ve önleyici hizmetlerin gelişmemiş ve bu hizmetlerin toplumun tüm kesimlerine ulaşamamış olmasıdır. Özürlülüğün nedenleri incelendiğinde, bunların çok önemli bir bölümünün önlenebilir olduğu görülmektedir. Bu nedenle özürlüğün önlenmesi ve erken tanılanması konularında acil ve kalıcı çözümler alınması ve düzenlemelere gidilmesi zorunluluk arz et¬mektedir. Bu nedenle Başkanlığımızca ''Yenidoğan İşitme Taraması Projesi" başlatılmıştır. Bu proje ile erken dönemde işitme engellinin tanılanması ve erken müdahale olanağının sağlanması amaçlanmaktadır.
Özürlülerin sorunları tedavi ve rehabilitasyon süreçlerinde de devam etmektedir. Ülkemizde mevcut rehabilitasyon merkezleri ihtiyacı karşılamakta yetersiz ve var olan merkezler de batı bölgelerimizde yığılma göstermektedir. Rehabilitasyon merkezlerinin yetersizliği, özürlülerin genelde sosyo-ekono¬mik seviyelerinin düşüklüğü, özürlü ve ailelerinin rehabilitasyon konusunda yeterli bilgi ve bilince sahip olmaması gibi nedenlerle özürlülerimizin rehabi¬litasyon hizmetlerinden yararlanma oranı oldukça düşük seviyelerde kalmak¬tadır. Bu açığın kapatılması, ulaşamayan özürlülerin rehabilitasyonunun sağlanması, özürlü, ailesi ve toplumun bilgi ve bilinç düzeyinin yükseltilmesi amacıyla toplum temelli rehabilitasyon projesi hazırlanmış, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Fizik Tedavi ve Uz¬man Hekimleri Derneği, H.Ü. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Y.O. temsilcile¬riyle oluşturulan komisyon çalışmalarına başlamıştır.
Özürlülerin ve ailelerin, özelde özürleri, genelde alanla ilgili konularda bilgi sahibi olmalarının özellikle önemi bulunmaktadır. Bu amaçla kapsamlı bir bilgi portalı hazırlanmıştır. Burada ülkemizde yaşayan özürlülerin profili, çeşitli alanlarda karşılaştıkları sorunlar, sağlık, rehabilitasyon, eğitim, sosyal güvenlik gibi alanlardaki hakları, özürlülüğün önlenmesi ve erken tanısı, bu alanda hizmet veren uluslararası ve ulusal kurum ve kuruluşlarla ilgili bilgi¬lerin yanısıra, özürlülük alanında yaşanan gelişmeler ve yapılan çalışmalar yer almaktadır.
Sosyal Model ve Özürlülere Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi
Dünyada 1970’ler ve 1980’lerde eylemci özürlüler ve özürlü örgütleri özürlüyü, özürlülük problemini bireye indirgeyen ve kişinin yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan fonksiyon sınırlılığı ya da psikolojik tepkilerin sonucu olarak gören bireysel yaklaşımı eleştirmeye ve özürlülüğe yönelik toplumsal bir yaklaşım geliştirmeye başlamışlardır. Geliştirilen bu yaklaşım “sosyal model” olarak isimlendirilmektedir. Burada yetersizliğin varlığı reddedilmemekte, fakat bunun bir problem olarak yaşanmasının sebebi bireyde değil toplumda aranmaktadır. Yani sosyal model ile özürlülük probleminin bireysel sınırlılığa bağlı olarak değil, toplumun gerekli hizmetleri sunmamasından ve özürlülerin ihtiyaçlarını dikkate almamasından kaynaklandığı öne sürülmektedir.
Sosyal modele göre özürlülük özürlüleri toplumsal düzeyde sınırlandıran her şeydir. Burada, bireysel önyargıdan, kurumsal düzeyde ayrımcılığa, ulaşılabilir olmayan ulaşım sistemlerinden, ayrıştırılmış eğitime, bazı işyerlerinin özürlülere ayrılması şeklinde olan dışlayıcı çalışma biçimlerine kadar olan her durum söz konusudur.
Sosyal modelde uyum özürlü bireyler için değil, toplum için sorundur. Bu modele göre, toplumun özürlü bireyleri kabullenmesinde önemli olanın sosyal baskının bertaraf edilmesidir.
Bu bakış doğrultusunda tüm dünya genelinde özürlülükle ilgili tartışmalar, günümüzde insan hakları ve ayrımcılık noktaları arasında devam etmektedir. Son yıllarda özürlülerin oluşturduğu organizasyonlar, özürlülüğün pozisyonunun yeniden belirlenmesi, insan olarak hakları ve vatandaşlık hakları açısından bir çok çalışmalarda bulunmuşlardır. Bugünkü özürlü politikası kişilerin görme, işitme, zihinsel ve bedensel yetersizlikleri olması gibi fiziksel özelliklerine odaklanmadan kişinin yeteneklerine, topluma kazandırabileceklerine ve vatandaş olarak, insan haklarına saygı duymaya odaklanmaktadır. Bu politika özürlüler ile ilgili ayrımcılığı vurgulayan yasalarda, özürlülere ve haklarına zarar vermeden uygulanabilir yasal düzenlemelere gidilmesi yönündedir.
Günümüze kadar olan süreçte özürlülerin içinde bulunduğu durum değerlendirildiğinde; yoksulluğa, işsizliğe ve toplumsal dışlamaya sürüklenen, maddi, fiziksel, ruhsal ya da duygusal, bilişsel yoksunluk, kişiler arası ilişki yoksunluğu, fırsat yoksunluğu, bireysel haklar yoksunluğu vb. sorunlarla karşı karşıya kalan nüfus grupları arasında özürlüler önemli bir yer tutmaktadır. Yalnızca toplumumuzda değil, tüm dünya genelinde özürlüler, ayrımcı tutumlara ve engellere maruz kalan cinsiyet ayrımından sonra en büyük azınlık grubunu oluşturmaktadır. Bu grubun azınlık topluluklar içindeki oranı 1/10’dan fazladır. Toplumlardaki hizmetlerin ve düzenlemelerin özürlü olmayan çoğunluğa göre yapılması nedeniyle, bu grubun ayrımcılıkla karşılaştığı, toplum dışına itildiği ve böylece insan olmalarının getirdiği haklarını kullanmalarının engellendiği ve haklarının ihlal edildiği görüşü günümüzde giderek ağırlık kazanmaktadır.
Özürlülere karşı ayrımcılığın en sık görüldüğü alanlar eğitim, istihdam, kamu hizmetleri, ulaşım, iletişim, eğlenme-dinlenme olanakları, örgütlenme, sağlık hizmetleri gibi alanlardır. Ayrımcılık sonucu özürlüler diğer insanların sahip olduğu fırsat ve olanaklardan eşit düzeyde yararlanamamaktadırlar.
Günümüzde özürlülere yönelik dolaylı veya doğrudan yapılan bu ayrımcılık yadsınamaz boyutlardadır. Özürlüler tam eşitliğe ve ilerlemeye ulaşmada engellerle karşılaşmaktadırlar. Toplumun bakış açısındaki olumsuzluklar nedeniyle özürlü bireylere, özürlü olmayan bireylere nazaran daha az olanaklar tanınmakta, bu bakış açısı zaman zaman “sağlamlar bitti de sıra özürlülere mi geldi” şeklinde ifade bile bulabilmektedir.
Ayrımcılık bilinçli veya bilinçsiz olarak düşüncelerde, bakış açısında ortaya çıkmakta, herhangi bir hizmetin, yapılaşmanın planlanmasının, götürülmesinin özürlü olmayanlar bireylere göre yapılması ile somut sonuçlara ulaşmaktadır. Burada bir okulun, hastanenin inşasındaki bakış açısından, ulaşım sisteminin özürlüler için ulaşılmazlığı, ders programlarının hazırlanması, öğretmenlerin yetiştirilmesinde yalnızca özürlü olmayan bireylerin göz önüne alınması, işverenlerce aynı nitelikte olmalarına rağmen özürlü olmayan bireylerin tercih edilmesi gibi bir çok alanda bilerek veya bilmeyerek dolaylı veya doğrudan özürlüler dışlanmakta, yok sayılmakta, ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Toplumun genelindeki özürlü olmayan bireylerin lehindeki yerleşik tercih, özürlü bireylerin ihmaline, sömürüsüne yol açmakta ve sonuçta özürlü bireylerin statüsünü düşürmektedir. Bu durum özellikle kadın ve çocuk özürlülerde daha ağır sonuçlara yol açabilmektedir. Çünkü kadın özürlüler bir de kadın olmaları nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmakta, çocuk özürlülerde yaşlarının küçüklüğü, reşit olamamaları nedeniyle ve çocuk olmalarının getirdiği özel ihtiyaçlarına ek özrünün getirdiği özel ihtiyaçlarının olması nedeniyle daha fazla zorluklarla karşılaşmakta, daha fazla dışlanma yaşayabilmektedirler.
Bu durum Batıda son otuz-kırk yılda anlaşılmış, açığın kapanması için büyük mücadeleler, çalışmalar başlatılmıştır. Özürlülük olayı, bireyin acıma duygusuna ve gönüllü kuruluşların özverili çabalarına bırakılmaksızın, kamusal hizmet alanı haline gelmiştir. O ülkelerde özürlü bireyler ve diğerleri arasında, sosyal haklar yönünden, ortaya çıkan farklılıkları gidermek, toplumun ve topluma yön veren siyasal iktidarların görevi olmaktadır. Böylece özürlü bireylere tanınan sosyal yardımlar, devletin ya da toplumun bağışı değil, onların insan olmalarından doğan hakları olarak kabul edilmektedir. Özürlü bireylerin fiziksel ve psikolojik uyumlarının topluma uyum ile iç içe olduğu, bu anlamda özürlü bireylere yardım edilmesi gerektiği genel kabuldür. Burada irdelenmesi gereken sorun, toplumun özürlü bireylerle bir arada yaşama isteğinin ne düzeyde olduğunun belirlenmesidir. Burada şu şekilde düşünmekte mümkündür. Sosyal yaşantıda özürlü olmayanların varlığı, özürlü bireyler için engel olmaktadır.
AB Ayrımcılıkla Mücadele Programları
Ülkemiz, AB’nin toplam (4) sosyal programına 21.02.2003 tarih, 2507 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2003-5224 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile resmen katılmış olup, bunlardan birisi de “Ayrımcılıkla Mücadele Eylem Programı”dır. Ayrımcılıkla mücadele eylem programı referansını iki ayrı direktiften almaktadır . Her iki direktifte de “doğrudan ayrımcılık”, dolaylı ayrımcılık”, “taciz” ve “mağduriyet” kavramları yasal olarak açıkça tanımlandıktan sonra ırk, etnik köken, din, inanç, özürlülük, yaş ve cinsel tercihe dayalı ayrımcılık yasaklanmış ve eşit muamele ilkesi getirilmiştir.
Buna göre "Doğrudan ayrımcılık"; bir kimsenin karşılaştırılabilir durumlarda diğerlerine göre daha az tercih edilir bir muameleye tutulması, şimdiye kadar tutuluyor olması veya tutulma ihtimali olmasıdır . Eğer yapılan ayrımcılık "meşru ve haklı bir gerekçe"ye (objective justification) sahipse ve alınan tedbir amacı aşmıyorsa durum yasal sayılacaktır. Doğrudan ayrımcılığın, güdü/saik ile bir ilgisi yoktur, "öyle olduğu sanılan özelliklere" ya da "olduğu sanılan bağlantı"ya bağlı ayrımcılığı da kapsamaktadır. Doğrudan ayrımcılıkta genellikle insanların meşru ve haklı bir gerekçe sunabildiği vaka sayısı çok sınırlıdır. Ayrımcılık yapıldığı kolaylıkla anlaşılabilir, ama zamanla daha örtülü (dolaylı) olarak yapılma eğilimindedir ve bu da ispatı zorlaştırır. Ayrımcılığın varolduğunu göstermede istatistiksel bulgular yaygın bir ispat aracıdır. "Dolaylı ayrımcılık"; aslında görünüşte tarafsız görünen bir hüküm, kriter ya da uygulamanın farklı ırk, etnik köken, din, inanç, yaş, özürlülük ve cinsel tercihe sahip bir kişiyi diğerlerine kıyasla daha dezavantajlı bir konuma sokması ve bunun nedenini açıklayan "haklı ve meşru bir gerekçe" olmamasıdır.
Yine Direktiflerde yer alan diğer bir tabir "taciz" (harrassment) kavramıdır (Madde 2/3). Taciz, “Bir kimsenin insan haysiyet ve itibarının çiğnenmesi amacını taşıyan veya sonuçları itibarıyla yıldırıcı, düşmanca, aşağılayıcı, küçük düşürücü veya hakaretamiz bir ortam yaratılmasına yol açan, herkesçe haksız bulunan kasıtlı bir tavır ya da hareket tarzıdır" ve bu da ayrımcılık olarak yorumlanmaktadır. Taciz kavramı, bir dizi istenmeyen tavır ve hareketi içerir. Bu madde, işyerinde bir işçinin sadece işveren/patron tarafından değil, orada bulunan diğer işçiler ve üçüncü şahıslar tarafından da tacize uğramamasını içermektedir. Bir başka deyişle, işverenin sorumluluğu üçüncü kişilerin (işyerindeki diğer işçiler ve müşteriler dahil) tacizkar davranışlarının da önlemesini içermektedir. Ayrıca, bir işveren tarafından altındaki bir işçiye ya da bir iş bulma kurumuna da "ayrımcılık yapma talimatı" (instructions to discriminate) vermesi, örn; ayrımcılık yapan iş ilanı vermesi de yasaklanmaktadır (Madde i 2/4). "Eşit muamele" ilkesi, yukarıda anlatılan dolaylı ya da dolaysız ayrımcılığın ve tacizin/ olmaması anlamına gelmektedir.
Direktiflerde geçen diğer bir tabir "mağduriyet"tir (victimisation) (Madde 9 ve Madde 11). Mağduriyetin önlenmesi, bir kimsenin eşit muamele ilkesine uyulmasını sağlamak için yaptığı şikayet ya da mahkeme başvurusu üzerine aldığı tepki sonucu o kimsenin işvereni tarafından olumsuz bir muamele ya da akibete uğratacak ve mağdur olmaktan koruyacak gerekli önlemlerin alınmasıdır. Ayrımcılığa uğrayan ve bundan şikayette bulunanın mağduriyetinin önlenmesi kadar, bu kişinin iddiasına kanıt sunan diğer kişilerin de mağduriyetinin önlenmesi önemlidir. Ayrıca bu kimsenin işten ayrıldıktan sonra işverenden referans mektubu alabilmesi konusu da tartışılmaktadır. Diğer bir kavram “ispat yükümlülüğü” (burden of proof) olup, bu kavram ayrımcılığa maruz kaldığını düşünerek bu durumu gösteren olgularla yargıya gidildiğinde, ayrımcılığın olmadığının davalı tarafından ispatlanması yükümlülüğünü ifade eder. 2000/78/EC sayılı Direktifin 5.maddesi; "özürlülerle ilgili olarak eşit muamele ilkesine uygun davranabilmeyi temin edebilmek maksadıyla gereken makul yardım sağlanır" denmektedir. "Makul yardım" (reasonable accommodation) kavramı, fiziksel ve sosyal ortamdan kaynaklanan ve bir kimsenin bir fonksiyonu her zamanki şekilde yerine getirememesi ile sonuçlanan engellere bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Işgücü piyasasında engellerle karşılaşan özürlü işçilere ihtiyaç duydukları "makul yardım"ın sağlanmaması, gittikçe artan bir şekilde istihdam ayrımcılığının bir çeşidi olarak algılanmaktadır.
Aslında Avrupa'da "makul yardım" kavramı yeni bir şey değildir. Gençlerin, yaşlıların ve hamile kadınların çalışırken işyerinde özel standartla (koruyucu önlemlere) tabi olması buna iyi bir örnektir. Yeni olan şey ise, makul yardımın bir "hak" olarak tanımlanması ve bu hakkın kullanılamaması durumunun "ayrımcılık" olarak yorumlanmasıdır. Makul yardım, özürlü kişinin işyerine rahatlıkla ulaşabilmesini ve işyerinde işini rahatça yapabilmesini sağlayan her türlü fiziksel ve sosyal düzenleme olabilir (örneğin, katlarda ve odalarda tekerlekli sandalyenin geçebileceği ve rahat dolaşabileceği fiziksel mekanlar yaratmak, körlerin büroda dolaşırken anlayabilecekleri yardımcı işaretler koymak, duyma problemi yaşayan bir kişiyle sürekli yüksek sesle konuşmak gibi). Bu makul yardım her zaman maddi bir bedel i gerektirmeyebilir. Fiziksel ortamdaki engeller giderilse de, bazen sosyal engeller de ayrımcılık yaratabilmektedir (örneğin, özürlünün rahat çalışması için gerekli fiziksel ortam hazırlanmış olabilir, ancak diğer çalışanların katı tutumu ve işbirliği yapmayışı ayrı bir sosyal engel yaratabilir). Makul yardımın ayrımcılıkla ilişkilendirilmesi bazı karışıklıklara da yol açabilmektedir:
Doğrudan ayrımcılık eşit muamele kavramı üzerine odaklanmıştır ve Direktifler muamelenin eşit olup olmadığını ölçmek için “karşılaştırılabilir benzer bir durum”dan bahsetmektedir. Ancak özürlülük, hangi benzer bir durumla karşılaştırılabilir? Hamilelikle karşılaştırılabilir mi? Makul yardım "bireyler" üzerine odaklanmaktadır, her vakada o kişiye özel bir değerlendirme yapılacaktır, zira grup olarak özürlüler karşılaştırılabilir durumlara imkan vermemektedir. Örneğin görme engelliler ihtiyaçları bakımından işitme engellilerle karşılaştırılamaz. Bu yüzden makul yardım aynı zamanda "sui generis" bir ayrımcılık şeklidir. Henüz Direktif çok yeni olduğu ve Avrupa Divanına giden bir dava olmadığı için, 5.maddenin nasıl yorumlanacağı henüz kesin değildir. Makul yardım, özürlüler için belirlenen genel erişim standartları ya da pozitif ayrım tedbirleriyle aynı şey değildir. Makul yardıma getirilen istisnalar ya da yardım sağlamamanın haklı ve meşru gerekçeleri şu şekilde sıralanabilir
• İşveren, makul yardım sağlanması gerekliliğinin farkında değildir, çünkü özürlü olan işçi bunu kendisine açıkça iletmemiştir, .
• Sağlanabilecek etkin bir makul yardım mevcut değildir,
• İşverenin sağlayacağı makul yardım, ona büyük ve orantısız bir yük getirmektedir.
Direktiflerde doğrudan ve dolaylı ayrımcılık yapılması, tacize ve ayrımcılık yapma talimatına izin verilmesinin yasaklandığı alanlar aşağıdaki şekilde tek tek sayılmıştır:
• Faaliyet alanı ne olursa olsun meslekte yükselme dahil, profesyonel hiyerarşinin her kademesinde seçilme kriterleri, işe alma koşulları dahil istihdam edilme koşulları, kendi namına çalışma veya bir mesleğin icrası,
• Pratik iş tecrübesi dahil mesleki rehberlik, mesleki eğitim, ileri mesleki eğitim ve yeniden eğitimin bütün türlerine ve her düzeyine erişim,
• İşten çıkarma ve ücret dahil, tüm istihdam ve çalışma koşulları,
• İşçi, işveren veya üyeleri belli bir mesleği icra edenlerden oluşan meslek örgütlerine üyelik ve bu örgütlerden edinilen menfaatler dahil olmak üzere, söz konusu örgütlerde faaliyet gösterme hususlarında kamu organları dahil, kamu ve özel sektördeki tüm kişilere uygulanmaktadır.
Ayrıca 2000/43/EC sayılı Direktifin 3. maddesinde, ırk ve etnik kökene dayalı olarak işyerinin dışında gerçekleşen diğer ayrımcılıklar da yasaklanmaktadır . Bu bağlamda ayrımcılıkla mücadele konusu öncelikle bir “insan hakları” konusudur, ama aynı derecede de sosyal ve ekonomik boyutu olan bir konudur.
Ayrımcılıkla mücadele alanında genel çerçeveyi kuran yasal bir mevzuatın çıkarılması ve AB Direktiflerine uyum sağlanması ön şarttır. Bu doğrultuda da ülkemizde söz konusu programa dahil olduktan sonra yapılması gereken düzenlemeler bulunmaktadır. Bu çerçevede ülkemizde biri diğeriyle ilgili iki ayrı alanda yasal düzenleme gerçekleştirilmiştir. İlki 22.05.2003 tarihinde TBMM’de onaylanarak 10.6.2003 tarih ve 25134 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4857 sayılı Yeni İş Kanununun 5. maddesi, “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep vb. sebeplere dayalı ayrım yapılmayacağını” belirterek yukarıda bahsedilen Direktiflere kısmen uyum sağlanmıştır. Ancak Direktiflerde geçen yaş, özürlülük, etnik köken ve cinsel tercih tabirleri maddede açıkça yer almamış, sadece “ve benzeri sebepler” şeklinde ifade edilmiştir. AB Komisyonu ise ayrımcılık yapılamayacak konuların tek tek hepsinin adının açıkça yazılmasının özellikle gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca “makul yardım” kavramı ve buna ilişkin tedbirler mevzuatımızda yer almamaktadır. 2000/78/EC sayılı Direktifteki diğer bir husus yaşa dayalı ayrımcılığın yasaklanmasıdır. Yaş konusu en çok iş alanlarında ve işe almada gündeme gelmektedir. Bu durumda işin doğasından kaynaklanan haklı bir gerekçe olmadıkça, iş ilanlarında ya da işe almada sadece belirli bir yaş grubunu çağırma ya da belirli bir yaş grubunu dışarıda tutma uygulaması ayrımcılık olarak kabul edilmektedir. Mevzuatımızda bunları yasaklayan özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Ayrımcılıkla mücadele programlarına referans teşkil eden ikinci kanun 5378 sayılı” Özürlüler Kanunu”dur. Özürlüler Kanunu AB ülkelerinde bulunan ayrımcılıkla mücadele kanunlarının benzeri bir düzenlemedir. Bu kanuna göre ülkemizde özürlüler politikasının temel bağlamı ayrımcılıkla mücadele eksenine yerleştirilmiş ve kanunun kapsamı dahilindeki alanlarla ilgili düzenlemelerde ayrımcılık belirtilmiştir. Bu konuda kanunda yer alan en belirleyici düzenleme ise kanunun 41. maddesinde TCK’nın 122. maddesinin yeniden düzenlenerek özürlülüğün dahil edilmesidir. Bu düzenlemeye göre ayrımcılık yapmanın müeyyidesi oluşturulmuştur. Ancak söz konusu kanunda iş kanununda bahsi olduğu biçimde doğrudan veya dolaylı ayrımcılık, taciz gibi tanımlar yer almamıştır.
Özürlüler Hareketi Şart
Türkiye’nin tek gerçeği siyaset değil, Türkiye’de tek gerçek AB’ye girip giremeyceğimiz konusu da değil. Belki de derin gerçeklerimizle yüzleşmekten alıkoyuyor bu popüler gerçeklikler bizi. Bu röportajımızda içimizdeki gerçeğe yöneldik. Ülkemizde 10 milyona yakın özürlü var. Ve onlar ancak son günlerde özürlüler yasasına ilişkin Kızılay yürüyüşünde dikkatimizi çekebildiler. Maliye Bakanı, bu yasanın devlete büyük mali yük getireceğini söyleyerek direndi. Türkiye tarihinde belki de ilk kez bir bürokrat, Özürlüler İdaresi Başkanı Dr. Mehmet Aysoy da özürlülerle birlikte bu yasa için yürüdü. “Ateş sadece düştüğü yer” de Aysoy’la Türkiye’de özürlü meselesini konuştuk.
Devlet özürlüleri nasıl algılıyor, özürlülerle ilgili gerekli politikalar zamanında geliştiriliyor mu?
Özürlülük dünyada sosyal politikanın en sorunlu alanlarından biri. Küreselleşme, bir kriz olarak okunduğunda sadece sosyalist devletlerin krizi değildir. Sosyal devletin de krizidir. Bugüne kadar dünyada özürlü konusunda başarılı olmuş, sorunu çözmüş ve gerçek anlamda sosyal politika geliştirmiş bir ülke yok. Ve bütün dünyada nüfusun yüzde 10’u özürlü. Bu oran endüstri toplumu diyebileceğimiz ülkelerde daha yüksek. Çünkü yaşlanan bir nüfus profilleri var, yaşlılıkları özür nedeni. Bizim ülkemizde ise özürlülük konusu, son derece yanlış bir şekilde akraba evliliği, yoksulluk, cahillik gibi temalarla gündeme getirildi. Hatta bizde yoksul bölgelerde en az oranla karşımıza çıkan bir olgu. En yüksek oran Marmara Bölgesi’nde şu an. Modernliğin ürünü sorunlar özürlülüğü yükseltiyor. Ve bizim ülkemizde de bu yükselecek.
Türkiye neden bu konuda ilerleyemiyor?
Çünkü özürlülük konusunda ciddi bir politikamız yok. Bu ülkede halen özel eğitime teşvik uygulanıyor. Halbuki dünyada özel eğitim 1970’li yıllardan sonra bırakıldı ve rehabilitasyona geçildi. İşte bizim özürlüler idaresi olarak yapmaya çalıştığımız, tek bir sosyal politika ekseninde hizmet sunmak. Temel hedefimiz bu.
Özel eğitim kurumlarına niçin karşı çıkıyorsunuz?
Özürlülerin topluma tam katılımının özel eğitim parantezi içinde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı görüldü. Özürlüye özürlü olmayandan farklı özel bir eğitim vererek onunla aynı donanıma sahip olmasını istiyorsunuz. Bu bir eğitim değil, bu insanları diğerleriyle aynı kulvarda koşmaya zorlamaktır. Oysa rehabilitasyonla onların gerçek hayatlarını kurmalarını sağlayabiliriz. Gündelik hayatla kendisine daha uygun bir bağ kurmasını sağlayabiliriz.
Özürlü aileleri nasıl davranacakları konusunda yeterince bilinçli mi?
Burada öncelikle ben kendi dünyamdan cevap vermek isterim. Çünkü iki kardeşim özürlü. Benim ailemin kardeşlerim doğduktan sonra hızla yalnızlaştığına şahidim. Biz sosyal alanda marjinalleştik. Yalnız bir çocukluk yaşadım. Bu, ailemin özürlü çocuklarından çekindiği, onları saklamak istediğinden kaynaklanmadı. Hayır, toplum özürlüye nasıl davranacağını bilemediği için bu sonuç doğdu. Burada sorun özürlü olmayanların özürlülük olgusunu tanımamalarıdır. Sorun, özürlü ailesinin sorunu değil. Bu tamamen pozitivist yaklaşımın ürünü bir bakış açısından kaynaklanıyor. Yani diyorlar ki ‘Özürlü aileler özürlerini saklıyor,’ neden saklasın? O insanlar çözüm arıyor özürlüsüne. Ama toplum gelenekte buluyor sorunu. ‘Gelenek cahil, gelenek özürlüsünü saklıyor, gelenek utanıyor’ diyorlar. Böyle bir şey yok.
Hepimiz özürlülere nasıl davranacağımız konusunda tedirginlik içindeyiz…
Burada önemli olan şu: Özürlü dediğimiz kişiler de bir insandır, bir hayatı olmalıdır ve onlara diğer insanlar gibi bakmak zorundayız. Onlar sadece özel ihtiyacı olan insanlardır. Mesele sadece onların tekerlekli sandalye bulamamaları veya o sandalyeye göre tasarım yapılmamamsı değil. Ulaşılabilir bir toplum değiliz. Bir özürlü gencimiz bir kızla evlenmek istediğinde o ailede uygulanacak defanstır ulaşılamazlık. Bir işe biri özürlü iki mühendis başvurduğunda, özürlü olanın alınmamasıdır defans. Bir üniversiteye özürlü olarak kazanıp gidip de merdivenlerini çıkamadığı için kaydını sildirmektir defans.
Zihnimizdeki putları mı kırmalıyız?
Kesinlikle. Bu ülkede her şey mükemmel bedene göre tasarımlanmış, ulaşılabilirlik mükemmelliğe göre kurgulanmış. Dolayısıyla bu sınırın dışındaki her şey, herkes marjinalleştiriliyor. Bu özürlü olmayanların dünyasının ürünü. Sonuçta bu da modernliğin ürünü. Sözgelimi medyamız, konulara yaklaşırken tamamen çarpıcı alanlara yöneliyor. İşte bir özürlünün dramı gündeme getiriliyor. Çarpıcı göstergeler olguyu tam olarak kapsamaz. Özürlü meselesine bir bütün olarak bakılmalı. Zannederler ki sadece fiziksel özrü olanlar özürlüdür. Bizim ülkemizde yaşayan özürlülerin sadece yüzde 3’ü özürlüdür. Önemli bir bölümü kronik hastadır mesela. Medyanın konuyu sunum tarzını değiştirmesi gerekiyor. Biz bu konuda pozitif yönlerin öne çıkarılmasından yanayız. Biz toplum olarak da hala özürlülüğü yoksulluk parantezi içinde algılıyoruz. Bu insanların hepsi birer değer. Bu insanlar kelimenin tam anlamıyla özel insanlar. Biraz destek verildiğinde hepsinin başarılı olduğunu görüyoruz.
‘Hepimiz birer potansiyel özürlüyüz’ anlayışı nereden geliyor ve bizi nereye götürür?
Ben kesinlikle katılmıyorum. Bu da bir tehdittir. Duyarlı olmak için insanlar tehdit edilmemelidir. Bu doğrudur, böyle bir ihtimal her zaman var ama bu bir tehdittir. Bu konuda ‘Ben de bir gün özürlü olabilirim’ diye çalışmak ne kadar anlamlıdır? Bu toplumsal bir olgu. Bu insanlarla biz aynı mekanlarda yaşıyoruz, bir birlerimizi görmüyoruz. Neden çünkü fark etmiyoruz.
Aramızda ekonomiye ve başarıya şartlanmışlığın duvarları mı var?
Burada ben gene modernliğin sorunlarına döneceğim. Küreselleşme bir kriz olarak yaygınlaşmaya başladıktan sonra, sosyal politika alanı iyice sınırlandırıldı. Anlamı küçültüldü. Varsa yoksa ekonomi demeye başladık. Ve çözümsüzlük yaygınlaşmaya başladı. Dünyada son otuz yılda özürlü yılları ilan edilip duruyor, eylem planları açıklanıp duruyor. Ama sorun çözülemediği için bütün bunlar var. Sorun doğru kavranmadığı için özürlü yılları, özürlü şuraları var. Varsa yoksa ekonomi mantığı ile özürlü olgusunu kavramamız mümkün değil.
Özürlü ile aramızdaki engelleri kaldırmanın bir yolu yok mu?
Öncelikle zihniyet devrimi şart. Mesela yerel yönetimlere ‘Bakın özürlü otobüsü diye ayrı bir servis koymayın, her otobüsün özürlülerin binebileceği şekilde dizayn edilmesine çalışın’ diyoruz. Doğrudan özürlüye ilişkin kurumsallaşmaya gerek yok. Her kurumda özürlülerin yararlanabileceği alt yapıların kurulması gerekiyor. Özürlülük esasen ayrımcılıkla ilgili bir olgudur. Ve bu toplumda ayrımcılık kalın çizgilerle belirlidir. Bugün siz her şeye rağmen üniversiteyi bitirirsiniz, ama kariyer mesleği edinemezsiniz. Çünkü özürlüsünüzdür. Neden Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdiğiniz halde kaymakam olamıyorsunuz, bu ayrımcılıktır. Dezavantajları her alanda çok keskin olan bir kitledir özürlülük. Öncelikle ayrımcılığı kaldırmamız gerekiyor. Özürlüye ulaşabilirliğin en önemli engeli budur. Yoksa belediyelerin yaptığı gibi göstermelik şeyler ulaşılabilirliği hayata geçirmiyor. Zihniyette ulaşabilirliği yakalamak zorundayız. Zaten bu mekanlar tamamen modernliğin ürünü tasarımlardır. Şehirdeki dizaynlar marjinalleştiriyor insanları. Modern şehirler ‘mükemmel’ insanlara göre dizayn edilmiştir. Özürlülük yardıma muhtaçlık anlamına gelmiyor. Yoksulluk demek de değildir. Özürlülük yoksulluğa iter, ama yoksulluk farklı, özürlülük farklıdır. Çoklu yaşam formlarımız yok. Siz insanlara özürlülere acımalı hissini verirseniz, bunu istismar edenler de pekala çıkabilir. Bu anlamda özürlülüğün tüketilmesinden söz edebiliriz. Biz aslında duyarlı bir toplumuz ama varolan potansiyeli yanlış yönlendiriyoruz. Duyarlı olduğunu göstermeye çalışan bürokrat da siyasetçi de yanlış yatırımlar yapıyor. Çünkü bu profesyonel anlamda bir uzman bilgisiyle çözülecek bir olgu. En azından devlet düzeyinde böyle.
Özürlülerin bir yasasının bile olmayışı devletin bu konuda el yordamıyla hareket ettiğinin bir göstergesi değil mi?
Maalesef. Özürlüler yasası özürlülük konusunda sosyal politikanın değiştiğini gösteren en önemli gösterge. 1970’lerden bu yana dünyada pek çok ülkede özürlüler yasası çıktı. Bu yasalar aslında özürlüler hareketinin en doğrudan sonuçları. Çünkü yasalar öncelikle ayrımcılığı kaldırmak içindir. Çünkü yasalar fırsat eşitliği oluşturmak için devlete yeni görevler veriyor. Bizde niçin yasa yok, çünkü özürlülük tam olarak kavranamadı. On yıldır söz edilmesine rağmen siyasi irade kullanılamadı. Ancak şu anda bir tartışmanın, bir hengamenin sonucunda bir tasarımız var ve başbakanlığa sunulmuş durumda.
Yasanın çıkmasını Maliye Bakanı’nın engellediğini söyleyen özürlüler Ankara’nın ortasında günlerce eylem yaptı. Bu eylemlere siz de destek verdiniz. Bir bürokrat olarak devletin karşısında özürlülerle birlikte hareket etmeyi nasıl göze aldınız?
Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor: Özürlüler İdaresi Başkanlığı Türkiye’de özürlü hareketinin bir ürünüdür. Dolayısıyla biz bürokraside özürlülerin tarafıyız. Biz özürlülerin hakları için mücadele veriyoruz, bizim işimiz bu. Özürlülere doğrudan hizmet sunmuyoruz, ancak onlarla doğrudan muhatabız. Dolayısıyla bizim kitlemiz, özürlüler yasasının gecikmemesi için eylem yapıyorsa o eylemin içinde bulunuruz. Tabii burada bu eylemin başlamasından önce bir olay olduğunu söylemek isterim. Maliye Bakanlığı’yla yaptığımız toplantılarda ben özürlülerin sorunlarını ekonominin diline tercüme edemediğim için kendimi sorumlu hissettim ve istifamı sundum. Ve o olaydan sonra özürlüler bizden ‘Haklarımızı savunun, haklarınızı arayın’ mesajını almış oldular. Bu eylemler yasanın çıkması için bize destekti aslında. Ve benim kesinlikle orada olmam gerekiyordu.
Bu tasarı bu derde ne kadar derman olur?
Biz vakıf olabildiğimiz kadar bunu sağlamaya çalıştık. Öncelikle mevzuatımızda ayrımcılıkla ilgili bütün düzenlemeler kaldırıyor. Üniversite mezunu bir özürlümüz kariyer mesleği yapabilecek, öğretmenlik, hakimlik ve kaymakamlık yapabilecek. Belediyeler ve kamu beş yıl içinde ulaşılabilir mekanları üretmek zorunda olacaklar. En önemlisi devletin özürlü politikasıyla ilgili çok önemli bir düzenleme getiriyor. Özürlülerin istihdamı bu yasayla güvenceye alınıyor. Her iş edinen özürlünün bir hayatı oluyor, bu çok önemli. Bağımlı olmaktan çıkıyor, bizim önceliğimiz budur. Maalesef ne özel sektör ne de devlet, işyerinde özürlü görmek istemiyor. Hele özel sektör manken gibi insanlarla iş yapmak istiyor. Ben özürlüler yasasında bürokrasinin yeterli duyarlılığı göstermediğini düşünüyorum. Bize en büyük defansı bürokrasi yaptı. Çünkü bu onlar için ikincil bir konu. Biz Aralık ayından önce bu yasanın çıkacağına inanıyoruz. Fakat asıl sorun sağlam bir özürlülük kültürünün olmaması. Ve bu ülkede özürlülüğün sorunları bir mücadeleyle çözülecek. Bu yasa da onun bir sonucu aslında. Ciddi bir özürlüler hareketi gerekiyor. Ne yaptığını bilen bir özürlüler hareketi ciddi bir eksik hala.
Sizin de iki özürlü kardeşiniz var. Ateşin düştüğü yerde neler oluyor?
Bir ailede özürlü çocuk, ailenin sosyal alanda yalnızlaşmasına sebep oluyor. Bir talihsizliktir, ikinci kardeşim üniversiteden sonra sağlılığı kaybetti. Küçük kardeşim zihinsel özürlü. Biz özürlüyle yaşamaya alışmıştık. Özürlü kardeşim annem için büyümeyen bebek idi. Ama diğer kardeşimin öğretim üyesiyken özürlü hale, bir anlamda bakıma muhtaç hale gelmesi sorunu çok daha üst seviyeye çekti. Hiçbirimiz ilk başta doğrudan kabullenemedik. Ama ben şunu anlıyorum, özürlüyle yaşamak önemli bir tecrübe. İnsanın bakış açısını değiştiriyor, insanı farklılaştırıyor. Ben de bir sosyolog olarak bu imkanın çok değişik veriler getirdiğini kabul ediyorum, ben kardeşlerimle yaşamaktan mutluyum.Allah’ın kulları olduğumuzu hatırlıyoruz
Yasa Engelleri Aştı
Özürlülüğün önlenmesi ve özürlülerin sorunlarını çözmeye yönelik düzenlemeler getiren yasa nihayet çıktı. Gerçi bu yasanın kabulü bu kadar basit bir girizgahla anlatılamaz. Bürokrasideki dirençler göz ününe alınırsa uygulaması, yasanın çıkarılmasından daha kolay olmayacak. Bugüne gelinmesinde şüphesiz en büyük çaba Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanı Dr. Mehmet Aysoy’a ait. Bunun için pek çok şeyi göze aldı. Bundan sonrası ise bize düşüyor. Özürlü meselesi artık tüm toplumun sahip çıkması ve başarması gereken bir sınav. Bu sınavın zor ama gerekli sorularını Aysoy’a sorduk.
Özürlüler yasası nihayet çıktı, neler hissediyorsunuz?
Özürlüler konusunda temel bir kanunun çıkmış olması çok mutluluk verici. Ancak özürlülüğün sorunları çok temelde kanunlarla kolay bir şekilde baş edilebilecek bir şey değil. Ama bu kanunlar bir politika aracı olarak pozitif bir sürece yöneltiyor, devleti ve toplumu. İki yıla yaklaşan bir süre sırf bununla uğraştık neredeyse. Bürokrasinin her köşesinde sıkıntılarımız oldu. Açıkçası çıktığı ana kadar inanamadım.
Özürlülere yasa çıkarmak bu kadar zor muydu?
Özürlülerin her konusu zor. Gecenin ortasında, Meclis’in ortasında yasanın çıkması uzayınca bir özürlü arkadaşımız ‘Biz hem özürlü hem lanetlenmiş insanlar mıyız?’ diye bağırdı. Onlar artık kendilerini sorgulamaya başlamışlardı. Bu bizim onlara asla vermememiz gereken bir duyguydu. Bir hayır işlerken insanları bu kadar incitmemek gerekirdi diye düşünüyorum.
Asıl sorun yasanın olmayışı mı, zihniyet mi?
Öncelikle bir zihniyet sorunu var ülkenin. Sosyal politika ile ilgili alanlara yabancı bir ülkede yaşıyoruz açıkçası. Böyle olduğu için de bir yasası yoktu özürlülerin. Hepimizin ayıbıydı bu.
Karşılaştığınız en büyük sıkıntı neydi?
Mevzuatımızda ve bürokraside homojen bir olgu olarak anlaşılıyor özürlülük. Halbuki özürlülük çok heterojen bir olgu. Her özür grubuna ayrı destek hizmetlerinin sunulması gerekiyor. Asıl hedefimiz bu. Bu ülkede sosyal hizmetlerde kamu tekeli var, devlet tekeli var. Sosyal hizmetler genel müdürlüğü sosyal sorunların bütününe çözüm üretmeye çalışıyor. Bu 1950’lerde terk edilen bir durumdu. Ve bizim hem sosyal hizmetlerdeki bu tekel yapıyı almamız gerekiyordu, hem de dünyada oluşmuş standartlarda sektör kuracak yapılanmayı sağlamamız gerekiyordu. Yeni sosyal hizmet yapılanmasını, yeni bir anlayışı ayrıntısıyla anlatmamız gerekiyordu. Sonuçta, üst çatıda, en tepede olmayan bir sosyal hizmet politikasını alttan özürlüler kanunuyla kurmaya çalıştık.
Temelde ne getiriyor yasa?
Bu kanunda iki bölüm var; özürlülerin ülkemizdeki sorunları yeniden tanımlanıyor, ve istihdam, eğitim, sağlık ve özürlülüğün önlenmesi gibi akla gelebilecek bütün alanlarda temel esaslar konuluyor. Bu esaslar doğrultusunda var olan mevzuat düzenleniyor. Özürlülerin yaşadığı sorunların bütününe bir yaklaşım getiriliyor. Ama bu bir başlangıç. Artık kamu idaresi merkezli olmayan, daha çok gönüllü kuruluşlar ve özel sektörü önceleyen hizmet sunumları bizim ülkemizde de olacak.
Özürlüler için en büyük sorunlardan biri ekonomik bağımsızlık. Bu süreçle bu sorun çözülebilecek mi?
Kamuda veya özel sektörde gerekli istihdam yapılmadığında bunun artık ciddi maddi bir yaptırımı olacak. Türk Ceza Kanunu’na yerleştirdiğimiz ayrımcılık maddesine en çok direnci özel sektör gösterdi. Son ana kadar hem AK Parti’yi hem CHP’yi etkisi altına almaya çalıştı. Ama hamdolsun bu delinmeden geçti. Çünkü istihdam ayrımcılıkla ilgili bir şey. Fakat özürlülerle ilgili istihdamın artırılamamasının nedeni özürlülerin vasıfsız olması. Biz bu vasıflandırmayla ilgili bölümlere yoğunlaştık. İşkur’a ve belediyelere bu konuda yetki verdik. Biz meslek edindirdiğimiz sürece özürlüleri daha kolay işe yerleştirebileceğiz. Onlar için bir iş sahibi olmak tam bir hayat. İş, tam bağımsızlık anlamına geliyor. Kendilerini gerçekleştirme anlamına geliyor.
Söz konusu yasa özürlülerin gündelik hayatlarını nasıl etkileyecek?
Bütün kamu binalarına ve belediyelerin hizmet verdiği alanlara en fazla 7 yıl içinde ulaşılabilirliğin sağlanmasıyla ilgili süre koyduk. Ve bugünden itibaren yeni ruhsat verirken mutlaka özürlü konusuna dikkat etmeleri gerekiyor. Bunu yapmadıkları zaman sorumlu hale gelecekler, çünkü bu kanunun müeyyidesi var. Ana kent belediyeleri bu konuda hazırlık içindeler zaten.
İnsan hakları içinde özürlü hakları nasıl yer tutuyor?
Bütün dünyada artık özürlülerle ilgili politikalar ayrımcılıkla mücadele kanunlarıyla yürütülüyor. Nasıl ki ırk, dil, din vs ayrımcılığı yapılamayacaksa bunlara bir de özürlülüğü ekledik. Özürlülük konusunu ayrımcılık içine dahil etmemek istedi bürokrasi. Bu konuda büyük mücadele verdik. Bu kanunun motorunun ayrımcılık olduğunu düşünüyoruz. Diğer halde ekonomik katkılar dışında iyi niyet mektubundan öteye geçmezdi bu kanun.
Özürlüler için özel düzenlemeler gerektiğini düşünenler var, bu doğru bir tercih mi?
Bu son derece tehlikeli bir durum. Bir ara, ‘özürlüye özel mezar’ türünden haberler bile çıkmıştı. Ya da ‘görme özürlü parkı’ndan söz eden haberler. Biz her alanın özürlüye uygun düzenlendiği zaman bu tür özel ayrımlara gerek olmadığını düşünüyoruz. Doğrudan bir özürlüler hukukundan söz etmiyorum. İnsan haklarının altında özürlülük konusunu belirginleştiriyoruz şu anda. Bu konudaki ayrımcılık takibini de Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı takip edecek. Cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili sorunu kim takip ediyorsa, özürlülükle ilgili ayrımcılığı da o takip edecek. Bizim hedefimiz ötekileştirmemek. Özürlük olgusunun hiçbir biçimde ötekileşmesini istemiyoruz. Özürlüye özel uygulamalarla bugüne kadar özürlülerin toplumdan dışlandığını biliyoruz. Özürlü otobüsü, özürlü parkı ve özürlü mezarına kadar giden çarpık bir politika bu. Şimdi ise her düzenlemede, her yapılan faaliyette özürlülerin dikkate alınmasından söz ediyoruz. Onun için de bu yasada mümkün olduğunca özel düzenlemeler yapmamaya gayret ettik. Farkında olmamak, gerekçe değil artık. Bu konudaki ‘duyarsızlık’, ‘sorumsuzluk’, ‘bilmiyorum’ gerekçe olmaktan çıkacak artık. Bu insanlar bu toplumda yaşıyor. Özürlü oranı %12. Yarın bu yükselecektir yaşlanmayla paralel olarak. Özürlülük olgusunu kendi kültürümüz içerisinde tam yerleştireceğiz. Kolayla ya da zorla. Bu yasa, bu süreci açıyor.
Peki bir zihniyet devrimine de yol açabilecek mi?
Hemen olabilecek bir şey değil tabii. Ama özürlülük konusundaki yaklaşımları değiştirecek. Sadece devletin yaklaşımını değil, bütün vatandaşların.
Meselenin bir de özürlülüğün önlenmesi boyutu var…
Bu, işin aslında püf noktası. Özürlülüğün nedeni nedir diye sorduğumuzda, insanların %47’si akraba evliliği diyor, %40’lara yakını yoksulluk diyor. Bakın özürlülük, yoksulluğun ürünü değil. Doğrudan akraba evliliğinin sonucu da değil. Akraba evlilikleri çok cüzidir özürlü doğumda. Ama özürlülük bir durumdur. Bizim özürlü doğma oranlarımız AB ülkeleriyle aynı. Ama doğumdan sonra özürlü olma oranlarında yükselme var. Özürlülük tüketilebilecek bir olgu değil, yok edilemez. Asıl mesele O insanların bizlerle aynı ortamda yaşayabilmelerini sağlamak.
Burada sorumluluk daha çok özürlü olmayanlara düşüyor herhalde…
Kesinlikle. Özürlülerin sorunlarını özürlü olmayanlar çözecek. Özürlüler bu toplumda bizim kadar yaşama hakkı olan insanlar. Onlara küçük bir şey vererek konfor kazandırdık zannetmeyelim. Mesela uzun süre 1600 CC motor tartışması oldu. 1600 üstündekileri Maliye Bakanlığı lüks kabul etti. Özürlüler 1600’e kadar ÖTV ve KDV indirimi alabiliyorlar. Daha büyüğü lükse giriyormuş. Bunun özürlü için lüks olmadığını anlatmaya çalıştık. En son, tartışma nereye geldi biliyor musunuz, özürlü bir arkadaşımız takma ayaklarını çıkardı, ‘Bunları siz alın, mercedesimi de size veriyorum’ dedi. Toplumun diğer kesimleri için lüks olarak tanımlanan şeyler o insanlar için ihtiyaç.
Az önce bir zihniyet devriminden bahsetmiştik. Anlattıklarınızdan bunun kolay olmayacağı anlaşılıyor…
Bu marjinal bir konu değil, bu lüks bir konu değil, bu özensiz davranılacak bir konu değil. Bu konudaki duyarlılığın tek bir göstergesi var, çözüm üretme gayreti. Onun dışındaki her şey lafı güzaf. Özürlü mü diyelim, engelli mi diyelim tartışmaları da onların sorunlarına çözüm üretecek şeyler değil. Önemli olan iş yapmak. Maalesef bu toplum özürlü çocuğu olan aileleri yalnızlaştırıyor. Çünkü özürlüye nasıl davranacağını bilmiyor insanlar. Türkiye’deki en büyük sorun okullardaki bütünleştirme. Normal eğitim alabilen bir özürlüyü normal bir sınıfa koyuyoruz, okul aile birlikleri toplanıyor, çocuklarımızın psikolojisi bozuluyor diyor bize. Bu toplum burada henüz. Düşünebiliyor musunuz, biz özürlülerin topuma tam katılımından söz ediyoruz, aileler kalkıp bizim çocukların psikolojisi bozuluyor diyor. Buna kimsenin hakkı yok. Özürlülük ne bir hastalıktır, ne de utanılacak bir şeydir. Siz bu davranışınızla o özürlü çocuğun ailesini yıkıyor, öldürüyorsunuz. Kendi çocuğunuzu öne çıkarmak için o çocukları yok sayıyorsunuz. Üstelik bunlar eğitimli aileler. Bu sorunları biz lüks semtlerde yaşıyoruz. Artık bunlardan söz etmememiz gerekiyor. Yani o çocuklar hayatları boyunca hiç mi özürlü görmeyecekler. Bunun adını ‘duyarlılık’ veya ‘kendi çocuklarına özen’ diye koyanlar var bu ülkede. Bu resmen bir dışlama ve bir ayrımcılık. Özürlü çocuklar kendi arkadaşlarıyla, kendi kardeşleriyle okula gitmeyi hak ediyorlar ve gidecekler. Bu haliyle biz ulaşılamaz bir toplumuz. Kadın, yaşlılar ve özürlüler için ulaşılamaz bir toplum. Biz bu kanunla sadece özürlülerle ilgili konuları düzenlemiyoruz, bir politika ve zihniyet oluşturmaya çalışıyoruz. Benim bu kadar heyecanla konuşmama neden olan şey de bu.
Yasa neler getiriyor?
İşe alım sürecinin hiç bir aşamasında özürlülerin aleyhine uygulamalara gidilemeyecek.
Hiç bir gerekçeyle özürlülerin eğitim alması engellenemeyecek.
Başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde özürlü olduklarını sağlık raporu ile kanıtlayan ve bakacak kimsesi bulunmayanlara aylık bağlanacak.
Sosyal güvenliği olmayan 18 yaşından küçük şeker hastalarının insülün ve diğer ilaç giderleri, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan karşılanacak.
İşitme özürlülerin eğitim ve iletişimlerinin sağlanması için Türk Dil Kurumu "Türk işaret dili sistemi" oluşturacak.
Tüm kamu kurum ve kuruluşlarına ait resmi yapılar, yol, kaldırım, yaya geçidi, park ve spor alanları gibi umuma açık birimler ve toplu taşıma araçları, 7 yıl içinde özürlülere uygun hale getirilecek.
Özürlüler tek evleri için vergi ödemeyecek
‘Özürlüleri Anlayamamak Gibi Önemli Bir Özrümüz Var’
Öncelikle şu tespiti yapalım. Özürlüler bizlerden farklı ve normal dışı insanlar mı?
Özürlüler bizlerden farklı yani “ötekiler” değildir. Sadece özel ihtiyaçları olan insanlardır. İhtiyaçları açısından değerlendirildiğinde dahi bu durum onların “farklılığının” altını çizmemize izin vermez.
Bildiğimiz kadarıyla özürlüler sizi çok seviyor ve onlarla ilişkileriniz gayet iyi. Sadece onları sevmekle kurulacak bir ilişki değil bu galiba?
Ben özürlü kardeşe sahibim, dolayısıyla özürlülük dünyamın bir parçası. Böyle bir durum insana birçok insanın fark edemeyeceği zorluklar yanında belli donanımlar da getiriyor. Bu durumu basit düzeyde şöyle somutlaştırabilirim. Çocukluğunda kardeşim zihinsel özürlü olduğu ve konuşamadığı için hırçın bir yapıya sahipti. Bu yönü en fazla toplum içinde bakışların ona yöneldiği dönemlerde ortaya çıkardı. Ben kardeşimle bir yere giderken insanların onu fark etmemeleri için çok hızlı hareket ettiğimi bilirim. Daha sonraki dönemde özürlüleri fark ettiğimde onlara dikkatli bakmamaya, rahatsız etmemeye özen gösterdim. Bu durumun olduk olmadık her yerde şefkat gösterme gayreti içinde geçerli olduğunu söyleyebilirim.
Bu yakınlık ve tecrübeler olmasa onları bu kadar anlamak mümkün değil miydi?
Özürlüleri anlamak için yakınlık zorunluluğu yok; ancak bu durum biraz bilgi ve tecrübe ilişkisine benziyor. Bir durumun bilgisine sahip olmakla o konuda tecrübeli olmak arasında fark var. Şu an uzun bir süredir özürlülük konusunda çalışmamdan dolayı çevremde önemli bir yoğunluk oluştu. Hemen her özür türünden arkadaşlarım ve dostlarım var. En iyi arkadaşlarım arasında özürlü olanlar çoğunlukta diyebiliriz.
Özürlülerle arkadaşlık kurmak nasıl bir duygu? Sizi ne gibi ortak şeyler güldürür ya da hüzünlendirir?
Özürlülerle arkadaşlık kurmanın ilk koşulunun samimiyet olduğunu düşünüyorum. Biraz daha duygusal yönleri var bunun içinde, daha bir özen gerektiriyor. Özellikle otist ve zihinsel engelli çocuklar onlara karşı duygularınızı çok çabuk fark ederler ve size bu doğrultuda yaklaşırlar. İkincisi onların kendilerini ifade etmelerine imkan vermeniz gerekiyor. Belki de en önemlisi onlar adına konuşmamaya dikkat etmek gerekiyor. Ülkemizde bu durum çok fazla. Bir kesim bu konuda duyarlı olduğunu göstermek gayretiyle özürlü değil, engelli diyelim türünden basit tartışmalar yürütürler ve bu tartışmayı özürlüler adına yürütürler. Şimdi size ilginç gelecek ama özürlülüğün kendi içinde gelişmiş bir fıkra literatürü ve belli özür türleriyle ilgili yaygın espriler vardır. Ancak bunlar özürlülerle ilgili aşağılayıcı, onların eksiklikleri üzerine değil kabiliyetleri ile ilgilidir.
Görme özürlülerin, işitme, bedensel ve zihinsel engellilerin kendi içlerinde en başarılı oldukları alanlar nelerdir sizce?
Görme özürlülerin hafızaları rakipsizdir. Bundan dolayı da ülkemizde uzun yıllar telefon operatörü olarak istihdam edilmişlerdir; ama en başarılı oldukları alan avukatlıktır. İşitme engelliler gürültülü iş ortamlarında herkesten çok verimlidirler, dokuma ve tekstilde rakipsizdirler. Ortopedik özürlüler bilgisayar, mühendislik ve mimarlıkta oldukça başarılıdırlar. Zihinsel engelliler ise sportif alanlarda inanılmazdırlar.
Şu an Türkiye’deki özürlü sayısı ne kadardır?
Ülkemizde nüfusun % 12,29’u özürlü. Bu nüfus içinde 400.000 görme özürlü, 320.000 zihinsel özürlü, 250.000 işitme özürlü, 850.000 ortopedik özürlü, 260.000 konuşma özürlü insanımız bulunuyor. Kapsam içindeki diğer insanlarımız da kronik hastalık sebebiyle özürlü sınıflandırmasına giriyor.
Temmuz ayında çıkarılan Özürlüler Yasası’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özürlüler Yasası ülkemizde bir özürlüler politikasının kurumsallaşması açısından tartışmasız önemdedir. Sosyal politika açısından ise bir model olma niteliği taşıyor. Bu yasa geleneksel olarak sürdürdüğümüz sosyal hizmet sunumunu da değiştirmiş ve kamu idaresi merkezli ve kurum temelli bir yapıdan evde bakım gibi oldukça yeni hizmetleri başlatmıştır. Yasa ağır özürlülere bakım teminatı getirmiştir ki, bu özürlü çocuğu olan ailelerin en büyük endişesi olan ‘bizden sonra ne olacak’ sorununa tam bir çözüm anlamını taşıyor. Bu tür yasalar devletlerin imkanlarıyla sınırlanır. Sosyal sorunların çözümü öncelikle toplumsal alanda olmak zorundadır. Özürlüler Yasası ayrımcılıkla mücadele eksenli bir politikayı temellendirmiştir.
Hem bu yasanın duyurulması hem de özürlü bireylerin topluma katılımının sağlanmasına yönelik Gökkuşağı isimli bir kampanya başlattınız. Bu kampanyanın amacı nedir?
Gökkuşağı ülkemiz adına projelendirilmiş en kapsamlı sosyal sorumluluk kampanyasıdır. Bundan dolayı da lansmanını “Türkiye’nin Sosyal Sorumluluk Projesi” şeklinde yapıyoruz. Ülkemizde okul çağında 300 bin çocuğumuz bulunuyor ve bu çocuklarımızın sadece 24 binine özel eğitim verebiliyoruz. Gökkuşağı kampanyasının hedefi 300 bin çocuğumuz için eğitim kurumlarını oluşturmaktır. Söz konusu kurumlar halihazırda ülkemizde olmayan, dünyada ise yeni yeni yaygınlaşan modellere dayanıyor. Çok programlı eğitim merkezleri, her özür türüne hizmet verebilecek. Bu kampanya ile birlikte var olan okulların sistemi de değiştirilerek çok programlı hale getirilecek. Ülkemizde özürlülerimizin istihdamı konusunda temel sorun da vasıfsızlık... Henüz mesleki rehabilitasyon konusunda yeterli hizmet bulunmadığı için istihdamda zorlanıyoruz. Yasa ile “korumalı işyeri” kurumlaşması da gerçekleşecek. Bu bağlamda da Gökkuşağı kampanyasında 10 ilimize mesleki rehabilitasyon merkezi kurulacak. Projenin en kapsamlı bölümü ise yine ülkemizde ilk olacak olan “Bağımsız Yaşam Merkezleri”nin hayata geçecek olması. Ankara Gölbaşı’nda projelendirdiğimiz bağımsız yaşam merkezi, bu kampanya sürecinde gerçekleştirilecek. Ağrı, Ardahan, Artvin, Batman, Bingöl, Iğdır, Mardin, Şırnak gibi özürlülük açısından halen hiçbir kurumumuzun bulunmadığı illerimize yatırım yapılacak.
Ünlü isimlerin kampanyaya destek vereceği söylenmişti?
Kampanya Ocak 2006’da sayın Başbakan’ımızın katılacağı bir törenle başlayacak ve 14 aylık bir periyotta yoğun bir reklam ve organizasyonla süreç işletilecek. Kampanyanın belki de en önemli yönü özürlülüğün konu edilmesi ve sunumu ile ilgili. Bu kampanya toplumun özürlülük açısından bilinçlendirilmesi ve var olan duyarlılığın yönetilmesi açısından da bir ilk. Kampanya tanıtım filmlerini Sinan Çetin hazırladı ve filmlerde Hülya Avşar, Hakan Şükür gibi ünlüler yer alacak.
Medyada özürlülerin aldığı başarılar fazlasıyla abartılarak yer alıyor. Bu doğru mu?
Medya, özürlülüğü iki ayrı marjda konu ediyor; başarıları ya da trajedileri. Başarıların konu edilmesi onlardan beklenilmeyenin çarpıcılığının sunulmasıdır aslında. Trajik boyut ise olguyu tanımamız için yeterli bir gösterge değildir. Özürlülük gündelik hayat içinde konu edilmelidir. Özürlülüğün bir “durum” olarak konu edilmesi gerekiyor; ancak özürlülük daha çok yoksulluğun bir ürünüymüş ya da sadece bir sağlık sorunuymuş gibi sunulmamalı.
Yerel yönetimlere ne gibi sorumluluklar yüklüyor yasa?
Yerel yönetimler özürlülerle ilgili hizmetlerde en etkin kurumlar haline gelecek, yani “sosyal belediyecilik” gelişecek. Bugüne kadar daha çok yardım merkezli çalışmalar yapıyorlardı.
‘Dünyanın en eski işaret dili bizdeydi’
Görme özürlülerin bizleri genelde sesimizden tanıdığına inanırız. Öyle midir?
Bu genellikle doğrudur fakat siz daha ses vermeden de sizi tanıyabilirler, bunun izahı da her insanın ayak sesinin farklı olması.
Özürlülerle yaşadığınız en komik olay?
2003 yılında Roma’da Avrupa özürlüler yılı kapanış konferanslarına sivil toplum kuruluşları katılmıştı. Havaalanında konfederasyon başkanının tekerlekli sandalyesini görme özürlü bir arkadaşımız hızlı biçimde sürüyordu, ön tarafta da işitme engelli bir arkadaşımız ezilmemek için kaçıyordu. Bu sahneyi görüntüleyip “özürlü dayanışması” olarak sunmuşlardı.
Bizim neden bir işaret dilimiz bile yok?
Dünyanın en eski işaret dili bizdeydi; (Osmanlı sarayında işitme engelli görevlilerle saray erkânı bu dille iletişim kuruyordu) fakat bu alanda üniversite işaret diline karşı olduğu için önceki birikim aktarılamadı. Şimdi yasa ile işaret dili oluşturmaya çalışıyoruz.
İki işitme engelli cep telefonuyla nasıl konuşur?
Sadece mesaj hattını kullanır, ama telefon operatörleri işitme engellilere sadece konuşma indirimi yapıyor. Yani kullanmadıkları alanda indirim.
İşitme engelliler televizyonu nasıl izliyor?
Daha çok altyazılı filmleri tercih ediyorlar.
Özürlüler sizden en çok ne istiyor?
Özürlüler en çok kendilerini ifade etmelerine imkan verilmesini istiyorlar.
Özürlüler neden mizaha yatkın oluyor?
Özürlüler için mizah hem kendileriyle barışık olduklarını gösteren bir araç hem de hayatla baş etme stratejisidir.
Yaşlılar Ailenin Bir Parçası Olmaktan Çıkmıştır
1- Türkiye’de, aile ve toplumu göz önünde bulundurduğumuzda, yaşlıların durumunda bir değişim gözleniyor mu?
Ülkemizde yaşlılığı bir olgu olarak değerlendirmeden önce yaşlılığa bir değer olarak yaklaştığımızda; geleneksel yapıda yer alan yaşlılık ve olgunluk bağlamı başka deyişle yaşlıların dünyaya dair bilge insanlar olarak bilgi düzeyinde sahip oldukları “değer”in hızla aşındığını belirtmeliyiz. Toplumumuzda yaşlılar geçmişe dair kalıpları taşıyan insanlar olarak konumlandırılmışlardır. Burada elbette geleneksel değer sisteminin aşınması ve modernliğin yeni olan her şeyi değerli kabul etmesinin payı büyüktür. Bu bağlamı içinde yaşlılar günümüze yabancı insanlardır. Konuya sosyolojik anlamda yaklaşıldığında yine söz konusu bağlamın bir yansıması ile karşılaşmaktayız; yaşlılar mekansal anlamda ailenin bir parçası olmaktan çıkmıştır. Bu durum sadece aile yapısındaki değişim yani çekirdek aileye geçişle açıklanamaz. Yaşlılar aileyi yönetenler olma vasfını kaybetmişler ve bağlam kadın erkek tartışmalarına indirgenmiştir. Ülkemizde bu doğrultuda süreç yaşlıların toplumdan koptuğu yalnızlaştığı ve yabancılaştığı bir duruma doğru sürüklenmiştir.
2- Avrupa’daki durumla Türkiye arasında kısaca bir mukayese yapılabilir mi?
Avrupa ülkeleri günümüzde modernliğin ürünü olan sorunların başedilemez boyutlara çıktığı süreci yaşamaktadır. En başında yaşlılık bir olgu olarak ulus devlet sisteminin kurumlarını zorlayan bir evreye girmiştir. Topluma yabancılaşan yaşlılık maliyet açısından tahmin edilemez boyutlara ulaşmıştır ki, bu durum karşısında son 15 yıl içerisinde özellikle bakım konusunda gerçekleştirilen düzenlemeler önemli göstergeler olma niteliği taşımaktadır. Gelinen durumun tam bir açmaz olduğunun altını çizmek istiyorum. Modernlik halen yaşlılığı gençliğe endeksleyerek tanımlamakta ve yaşlılığı bir durum olarak kabul etmemektedir. Bundan dolayıdır ki, Avrupa’da halen en çok ilgi çeken televizyon programları yaşlı insanların kısa süreliğine güzellik merkezlerine yatırılıp akla gelebilecek her alanda estetik cerrahi müdahaleye tabi tutulduktan sonra ailesinin tepkisini ölçen programlardır. Burada şu tespitte bulunabiliriz yaşlılık tedavi edilebilir bir hastalıktır ve tıp bu durumla bugün olmasa bile yarın başedecektir.
3- Türkiye’deki yaşlılar ve yaşlılık ile ilgili durumu sosyal politika açıdan kısaca değerlendirebilir misiniz?
Ülkemizde yaşlılık henüz kamu idarecilerinin gündemine girmiş bir sorun değildir. Sosyal hizmet adına sürdürülen çalışmalar bu durumun en kayda değer göstergeleridir. Yaşlılara yönelik tek hizmet olan “huzur evleri” çoğunlukla devletin değil halkın para toplayarak yaptığı binalardır. Gelenek huzur evini ahir ömrümde yalnız kalırsam endişesiyle inşa etmekte ve huzurevine yerleştirilmeyi “huzurevine yatmak” (hastaneye yatmak gibi) şeklinde ifade etmektedir. Kamunun ya da modern ulus devletin bu anlamda en büyük açmazı maalesef istatistik ve projeksiyonlardır. Avrupa ile karşılaştırıldığında kıyaslanamayacak kadar küçük olan yaşlılık olgusuna nüfus içindeki sayı olarak baktığımızda dört milyon insanla karşılaşıyoruz ki bu rakam bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazladır. Bu bağlamda ülkemizde yaşayan yaşlıların ne tür sorunlar yaşadığı ve özellikle kırsal alanda durumun ne olduğu devlet düzeyinde bir veri olarak bulunmamaktadır. AB süreci çerçevesinde DPT sadece ülkemizde yaşlılara yönelik hizmetlerin envanterinin çıkartılmasıyla ilgili bir çalışma başlatmakla yetinmiştir. Ülkemizde yaşlılık ve yaşlılara yönelik sosyal hizmetlerin gündeme getirilmesi gerekmektedir. Bu yönde ilk çalışma yaşlılığın bir özür nedeni olması nedeniyle 2005 yılında Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Gerontoloji Birliği işbirliğiyle gerçekleştirilmiştir. 1. Uluslararası Bakım Kongresi; dünyada ve ülkemizde yaşlılık konusunu gündeme almış ve sosyal hizmetler alanında ne tür politikalar olması gerektiğini “Küresel Yaşlılık ve Bakım İstanbul Deklarasyonu”nda kayıt altına almıştır. Söz konusu deklarasyona göre yaşlı hizmetleri yaşlıları sosyal evreninden kopartmayan, yani kurum temelli olmayan “evde bakım” gibi hizmetler aracılığıyla sürdürülmesi gerekliliğinin altını çizmiştir. Bu bağlam aynı zamanda sosyal politika açısından ülkemiz için bir yol haritası olma niteliği taşımaktadır. Ülkemizde geleneksel olarak uygulanagelen huzur evi gibi hizmetlerden vazgeçilip insana yakışan, yaşlıları sosyal evreninden kopartmayan düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Böyle bir sistemin altyapısını ise “bakım sigortası sistemi” sağlayabilir. Maalesef böyle bir sistemin kurulması geçtiğimiz ay yasalaşan Sosyal Güvenlik Reformu çalışmalarıyla imkanlı iken bu mümkün olamamıştır
SÖZLÜK
Aile Danışma Merkezleri: [Centers for Family Consulting // Familienberatungszentren]: Sosyal değişim sürecinin getirdiği ihtiyacın ve sosyal şartları karşılama ve çözümlemede ailelere yardımcı olmak maksadıyla kurulan sosyal hizmet ve danışma birimleridir. // Görevleri: 1.) Eşler arası anlaşmazlıklardan ve okul, anne, baba, çocuk münasebetlerindeki sorunların çözümünde yardımcı olmak. 2.) Kişi ve ailelere evlilik ve aile hayatının her safhasına yönelik bilgi vermek ve her türlü çözülmelerde sosyal ve hukuki rehberlik hizmetleri sunmak. 3.) Değişen ekonomik ve sosyal şartlara uyum sağlayamayan kadın ve çocukları korumak ve onları eğitmek. 4.) Evlenme çağına gelen ve gelmekte olan genç kızlara evlilik, aile, çocuk, görgü kuralları, mutfak, temizlik ve ev ekonomisi gibi konularda eğitmek. 5.) İşsizlik ve işe yerleştirme konularında yol göstermek. // Açıklama: Türkiye’de 1990’lı yıllarda SHÇEK’ye bağlı olarak kurulmaya başlayan Aile Danışma Merkezleri, daha sonraki yıllarda “Toplum Merkezleri” ismi altında daha geniş bir sosyal alana yönelerek hizmetlerini devam ettirmektedir.
Aile Ödenekleri (Aile Yardımları; Aile Parası): [Family allowances-payment // Leistungen für die Familie; Familiengeld]: Aile politikaları çerçevesinde, özellikle muhtaç olan ailelere dönük oluşturulan sosyal güvenlik programları. // Ailevî Yükler Sigortası kapsamında çocuk bakımı ve eğitimi gibi ailevî sorumlulukların ortaya çıkardığı gider artışlarına karşı özellikle muhtaç durumunda olan ailelere sağlanan maddî güvenceler. // Bir nüfus politikası aracı olarak sosyal güvenlik kuruluşları tarafından sosyal sigortalı olup olmadıklarına bakılmaksızın evli (nikahlı) ve özellikle çocuk sahibi olanlara yapılan ek ödeme. // Yardıma muhtaç hâle gelen aile fertlerine, genelde kamusal sosyal kurumlar tarafından yapılan sosyal yardımlar. // Gelir düzeyi düşük veya gelirden bütünüyle mahrum olan ailelere, sosyal devlet tarafından yapılan nakdî yardım ve desteklerin bütünü. // Ailelerde, çocukların sebep olduğu kendine has ihtiyaçların yol açtığı ekonomik dengesizliği hafifletmek için, toplum (sivil toplum örgütleri) veya kamusal sosyal kurumlar tarafından çocuklu ailelere aynî-nakdî yardımlar ve sosyal hizmetler şeklinde yapılan pozitif yardımlar. // Aile yükümlülükleri normalinden fazla olduğu varsayılan kişilere verilen ek bir sosyal gelir. // Türleri: a) Kira Yardımı; b) Doğum Yardımı; c) Çocuk Parası; ç) Çocuk Bakım Parası. // Açıklama: Yardımlar, doğrudan (Örn.: kamusal sosyal yardımlar veya devletçe bakılma kapsamındaki ödenekler) veya dolaylı (Örn.: vergi indirimleri; muafiyetler) olarak aile gelirini artırıcı bir etkiye sahip olmakla beraber, ya ailenin genel ihtiyaçlarını, ya da çocuğun-çocukların belirli ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Aile ödeneklerini alan çoğu kez ebeveyndir, ancak, bundan yararlanan veya yararlanması hedeflenenler ya çocuklar, ya da aile içinde yaşayan diğer fertlerdir (bakıma muhtaç yaşlı anne veya baba). (Bkz. Sosyal Yardımlar; Devletçe Bakılma).
Ailenin Korunması: [Protection of family// Schutz der Familie]: Aile fertlerinin değişik sosyal risklere ve aile içinden veya dışından kaynaklanabilen değişik tehlike ve tehditlere karşı devletçe koruma altına alınmasıdır. // Türkiye’de Ailenin Korunması ve Kanunî Düzenleme: Aynı aile ortamında ve(ya) aynı çatı altında yaşayan, özellikle kadın ve çocukların şiddete karşı korunmasını öngören 1998 tarih ve 4320 sayılı kanun, ailenin korunmasını sağlamaktadır. Kanuna göre, aile fertlerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldıklarını, kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde, Sulh Hukuk Hâkimi, re'sen meselenin mâhiyetini göz önünde bulundurarak, aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere de hükmedebilir: Kusurlu eşin, a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması, b) Müşterek evden uzaklaştırarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsis ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi, d) Diğer eşi, çocuklarını iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi. e) Varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi, f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması. // Yukarıdaki hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre 6 (altı) ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunur. Hâkime geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hâkim, çocukların üzerinde şiddet uygulayan anne veya babanın psikolojik kontrolü veya alkol kullanan aile bireylerinin alkol bağımlısı olup olmadıklarının tespiti, eğer alkol bağımlısı iseler tedavilerinin yapılması için hastaneye gönderilmeleri, tacize uğrayan çocukların yurtlara veya uygun görülen yakınlarına verilmesi gibi tedbirlere de karar verebilir. Dayak atılan veya kötü muamele görene aile bireylerinin, kanundaki tedbirleri aldırabilmesi için, bizzat (Karakol, Jandarma, Savcılık veya Sulh Hâkimliğine) müracaatları veya olayla ilgili bilgi sahibi kişilerin (komşuların, yakınların, akrabaların) ihbarları yeterlidir. (Bkz. Aile İçi Şiddet).
Bakıcı (Bakım Uzmanı; Bakıcı Personel): [Nursing person // Pfleger(in)]: Bakıma muhtaç kişinin bakımını evde veya bakım yurdunda, genelde para karşılığı üstlenen, bu konuda profesyonel bakım eğitimi almış bir uzman. // Bakıcılık eğitimi almış profesyonel bakıcıdır. // Bakıma muhtaç insanların her türlü günlük bakımlarını kaliteli bir şekilde yapabilen kişidir. // Bakım ve(ya) rehabilitasyon merkezinde ya da herhangi bir sosyal hizmet kuruluşunda plân ve program dâhilinde yürütülen bakım hizmetlerinden sorumlu uzman. // Evde yaşayan bakıma muhtaçların bakım ihtiyaçlarının giderilmesi maksadıyla herhangi bir sosyal hizmet kuruluşundan belirli gün ve(ya) saatlerde bakıma muhtaçların içinde yaşadıkları evlere gönderilen personeldir. // Herhangi bir sosyal hizmet kuruluşunda plân ve program dâhilinde yürütülen bakım hizmetlerinden sorumlu uzmandır. // Bakıma muhtaç özürlü bireylere bakım hizmeti sunabileceğine ilişkin olarak Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifikası olan ve bağlı olduğu özel bakım merkezinin koordinasyonunda bakıma muhtaç özürlü bireye bakım hizmeti sunan kişidir. (2006 tarihli “Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tesbiti Ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik”). (Bkz. Profesyonel Bakıcı; Amatör Bakıcı).
Bakım Modeli: [Care model // Pflegemodell]: Bakımın teorik temellerinin yanında bakım uygulamalarında uyulması gereken değerleri (tutum ve davranışları) açıklayan, bilimsel ve mantıkî temellerin üzerine bina edilmiş sistemli bir yapıdır. // Bakım teorilerinin deneyim ve tetkik süreçlerinden geçmiş güvenilir modellerdir. // Bakım hizmetlerini belirli bir seviyeye çıkartabilmek ve etkin hâle getirebilmek için, gönüllülük ve iyi niyetin yanında plân ve program çerçevesinde profesyonel bakım anlayışını yansıtan modeldir. // Açıklama: Bakım modelleri, bakım faaliyetlerinin izlenmesi sonucunda aylar hatta yıllar alan araştırmaların sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bakım modellerinde, bakım kalitesini yüksek tuttuğu düşünülen bazı ana ilkeler veya kavramlar yer almaktadır. Bunların başında insan, sosyal ahlâk (din), sağlık ve çevre gelmektedir. Kavramların önemi ve içeriği, bakım teorisyenlerinin şahsî dünya görüşlerinin yanında toplumsal gerçeklerin sosyo-kültürel yapısına göre değişmektedir. Bakım hizmetlerinde yöntem tartışmalarına yol açabilecek bu anlayışı pekiştiren bakım teorileri de mevcuttur. Dolayısıyla, bakım süreçlerini etkileyen bir unsur da, bakım teorileridir. Bakım modeli çerçevesinde bakım ile ilgili sorunlar, hedefler ve tedbirlerin (uygulamaların) teorik ve pratik boyutlarıyla belirlemesi ayrıca gerekmektedir. Belirlenme esaslarının, ülkelere göre farklı bir şekilde geliştirilmiş olması sebebiyle, gerek tanımlama, gerek hizmet anlayışı, gerekse finansman (sosyal güvenlik) açısından farklı bakım güvence sistemlerinin yanında farklı bakım modellerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ancak, hangi sistem çerçevesinde bakım modelleri geliştirilmiş olursa olsun, bakıma muhtaç bütün sosyal kesimlere yönelik bakım modelleri çerçevesinde kişiye odaklı bakım plânlarının yapılması ve buna göre teşhislerin konulması kaçınılmazdır. Bakım modelleri, birbirleriyle âdeta kenetlenmiş bir çok konsept (tasarım) içermektedir. Bakım modellerinde (Örn. Roper, Logan ve Tierney Modellerinde) yer alan ana konseptler (paradigmalar) genelde şunlardır: a) Bakım; b) İnsan; c) Sağlık; d) Çevre. // Fonksiyonları ve Hedefleri: Bakım modelleri, bakım hizmetlerinin örgütsel-kurumsal-finansal yapısı içinde bakıma muhtaçlık sorununa çözüm noktasında uzman bakıcılara kolaylıklar sağlamakta ve alternatifler sunmaktadır. Bu yönüyle bakım modelleri, farklı sebeplerden dolayı bakıma muhtaç duruma gelmiş aciz insanlara nasıl yardımcı olunabileceğini göstermektedir. Amaç, sebepleri ve yansımaları bazen birbirinden çok farklı bile olsa, bakıma muhtaç kişilerin ortak ihtiyaçlarına yönelik ortak bir idrak ve mantık modeli çerçevesi içinde (standart ve gerektiğinde bununla birlikte bireysel) bakım hizmetlerini, plânlı ve programlı bir şekilde sunmaktır. // Kriterleri: Bakım modellerinde somut olarak ifade edilen kriterler (Örn.: aktiviteler), çoğu kez günlük hayatta zorunlu olarak yapılması gereken faaliyetleri yansıtmaktadır. Günlük zarurî sosyal faaliyetler ise, temel fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayan temel fiillerdir. Temel ihtiyaçların karşılanması veya giderilmesi, bir takım fiilî hareketlerin yapılması ile ancak mümkündür. Bakım modellerinde dikkate alınan kriterler genelde şunlardır: 1.) İnsana bakış çerçevesinde bakıma muhtaçlık sorununun ele alınış biçimi. 2.) Bakım müdahalesini gerekli kılan sebepler-faktörler. 3.) Bakıma muhtaçlık teşhisinin ve derecesinin tespiti çerçevesinde oluşturulan ölçüler. 4.) Bakım plânının içerikleri, adımları ve hedefleri. 5.) Denetim ve bakım hizmetlerinin etkinliğinin değerlendirilmesi. 6.) Uzman bakıcının, bakıma muhtaç kişinin ve aile fertlerinin rolü ve önemi. // Geliştirilen Bakım Modelleri: Alman sosyal bakım sektöründe ve teorik sosyal bakım eğitiminde en çok ün yapmış bakım modelleri şunlardır: 1.) Dorotha E. Orem (Kendi Kendine Bakım Yetersizliği) Modeli. 2.) Virginia Henderson’un 14 temel ihtiyaca dayanan (Günlük Yaşam Aktiviteleri) Bakım Modeli. 3.) Liliane Juchli’nin “Günlük Hayata Ait 12 Aktivite Modeli” (Aktivitaeten des Taeglichen Lebens: ATL-Bakım Modeli). 4.) Yaşlı bakım sektöründe özellikle Monika Krohwinkel tarafından geliştirilen “13 Aktivite ve Hayatî Önem Arz Eden Tecrübeler Odaklı Bakım Modeli” (13 Aktivitaeten und Existentielle Erfahrungen des Lebens: AEDL Bakım Modeli). // Diğer Modeller: 1) Gordon Bakım Modeli veya Davranış Kalıpları Modeli. 2.) NANDA-Reaksiyon Modeli.
Bakım Sigortası: [Nursing care insurance; Long-term care insurance // Pflegeversicherung]: Bakıma muhtaçlık riskinden doğan bedenî-maddî-manevî zararların telâfisini sağlamak maksadıyla sosyal sigorta sistemi içinde tesis edilen bir sigorta türüdür. // Bakım Sigortasının Sağladığı Hizmetler: 1.) Evdeki bakıma muhtaç insana, periyodik olarak profesyonel bakım uzmanları tarafından, bakıcı aile fertlerinin yükünü hafifletmek ve daha sağlıklı bakım hizmeti verebilmek maksadıyla haricî bakım hizmetleri sunulur. (Bu yardımlar, hem temel bakıma, hem de ev idaresine yönelik günlük hizmetleri içermektedir. Eve yönelik profesyonel bakım yardımları bölge bakım sandıkları ile hizmet sözleşmesi yapmış özel hemşireler, serbest bakım uzmanları, bakım şirketleri, sosyal yardımlaşma dernekleri, kiliseye veya sivil kuruluşlara bağlı sosyal istasyonlar tarafından yürütülmektedir). 2.) Haricî profesyonel bakım hizmetlerinin uygulanabilmesi için Bakım Sigortası, bakıma muhtaç insana, muhtaçlık derecesine göre her ay sosyal gelir ödenir. 3.) Bakıma muhtaç insana eve yönelik haricî bakım hizmetlerine lüzum görülmemesi hâlinde, bakıcı aile fertlerine bakım parası adı altında nakdî yardım yapılır. 4.) Bakıma muhtaç insanın sürekli bakımını üstlenen bakıcının hastalanması veya izne çıkmak istemesi gibi durumlarda, bakım geçici bir süre için yerine getirilemeyeceğinden, bakıma muhtaç insan bu süre zarfında profesyonel bir bakıcı tarafından evinde bakılır. Dışardan geçici bir süre için bulunacak profesyonel bakıcının ücreti bakım sigortası tarafından karşılanır. 5.) Bakıma muhtaç insanın sağlık durumunda olumsuz gelişmeler görüldüğünde veya bakıcının gündüz veya gece çalışmak durumunda olması halinde, evdeki bakım tam olarak sağlanamayacağından, özürlünün, sürekli veya geçici olarak kısmî (gece veya gündüz) ve bütünüyle (tam gün) bakım hizmetleri sunan kuruluşlardan yararlanabilir. Kısmî yatılı bakım hizmetleri çerçevesinde bakıma muhtaç insana, bakım derecesine göre yardım yapılır. 6.) Kısmî yatılı bakımın kifayet etmemesi halinde, bakıma muhtaç insanın 24 saat bakım hizmetleri sunan bir bakım yurdunun hizmetlerinden kısa süreli olarak (azami 4 hafta) veya sürekli olarak yararlanma hakkı vardır. 7.) Bakıma muhtaç insanın bakımını kolaylaştırmak, şikâyetlerini gidermek ve mümkün mertebe hayatını bağımsız olarak idame ettirebilmesi için, kendisine ve(ya) aile fertlerine araç-gereç yardımı yapılır. 8.) Bakıma muhtaç insanın yaşadığı mekânı ve ev çevresini bakıma uygun hale getirebilmek ve bakımı kolaylaştırmak amacıyla yapılması zaruri görülen her türlü tadilat ve tamiratlar için, bakım sigortası malî destekte bulunur. 9.) Haftada en az 14 saat bakıcılık hizmetinde bulunan kişiler, sosyal güvenlik altına alınır. Emeklilik güvencesinin ötesinde, bakıcılık görevi esnasında evde meydana gelebilecek kazalara karşı bakıcılar, prim ödemeksizin kaza sigortası kapsamına alınır. // Almanya’da Bakım Sigortası: Dünyada ilk defa 1995 yılında Almanya’da yürürlüğe giren Bakım Sigortası hizmetlerinin, diğer sosyal sigorta türlerinde olduğu gibi, finansmanını, işçi ve işverenlerden alınan primlerden sağlanmaktadır. Çalışanların, Bakım Sigortası finansmanına katılımları, işverenlere oranla eşit tutulmaktadır. Aylık ücret gelirine dayalı prim yöntemi uygulandığı için, ödenecek prim miktarı, brüt ücretin düşük veya yüksek olmasına bağlı olarak değişebilmektedir. Bakım Sigortasının prim oranı, sigortanın yürürlüğe girmesiyle %1 ile başlamış (1995), 1.7.1996’dan itibaren de %1.7’ye çıkarılmıştır. Bakım sigortası kapsamına giren bağımlı işçilerin aile üyeleri de prim ödemeksizin sigorta kapsamına dahil edilmektedir. Aile sigortası kapsamına, sigortalı işçinin çalışmayan eşinin yanında 18 yaşını doldurmamış çocuklar da girmektedir. Buna göre, aile fertleri, hangi sebepten ötürü olursa olsun bakıma muhtaç hâle gelmeleri durumunda, Bakım Sigortasının sunduğu bütün hizmetlerden ve yardımlardan yararlanabilmektedir. // Türk Literatüründe ve Akademik Çalışmalarda (Sosyal) Bakım Sigortası: Sosyal Bakım, Sosyal Siyaset ve Sosyal Güvenlik açısından bakım sigortasını bir doktora tezi olarak, gerek kavramsal açıdan, gerekse uygulamalar açısından Türk literatürüne 1997’de ilk defa kazandıran Ali Seyyar’dır. (“F. Almanya’da Bakıma Muhtaçların Sosyal Güvenliği”; İstanbul Üniversitesi; İktisat Fakültesi; Çalışma Ekonomisi Bölümü; Sosyal Bilimler Enstitüsü). Doktora tezi, Sakarya Üniversitesi tarafından “Bakıma Muhtaçların Sosyal Güvenliği” ismi altında 1999 yılında yardımcı ders kitabı olarak bastırılmıştır.
Bakıma Muhtaçlık Derecesi (Bağımlılık Derecesi; Bakım Basamağı): [The degree of nursing neediness // Pflegebedürftigkeitsgrad]: Değişik derecelerde ve yoğunlukta başkalarının fizikî ve sosyal desteğine ihtiyaç duyma durumudur. // Günlük hayatın alışılmış, tekrar eden dört aktivite alanına ait temel gereklerin yerine getirilmesinde bakıma muhtaç kişinin başkalarının sosyal bakımına ve desteğine değişik bağımlılık derecelerine göre ihtiyaç duymasıdır. // Bağımlılık (Bakıma Muhtaçlık) Derecelerine Göre Sınıflandırma: 1.) Bağımsız Kişi: Temel ihtiyaçlarını karşımla veya giderme bakımından kendi kendine yeterli olan yaşlı, hasta ve(ya) özürlü. Bu kişiler, çoğu kez sürekli olarak bakıcı bir elemana veya araç-gerece ihtiyaç duymamaktadır. 2.) Sınırlı Bağımsız Kişi: Bir veya birden fazla engelden dolayı sınırlı bir şekilde kendi kendine yeterli olan kişi. Hayatını kolaylaştıran yardımcı araç-gerece ihtiyaç duyabilir. Bu kişiler, görevlerini yerine getirirken normalden daha fazla zamana ihtiyaç duymaktadırlar, işlerini zahmetle yerine getirebilmektedirler. Endişeler, kaygılar ve güvensizlik ortamı engel sayısını psikolojik olarak artırabilmektedir. 3.) Kısmen Bağımlı Kişi: Kendi kendine yeterli olabilme yeteneğini bazı durumlarda ve alanlarda hiçbir şekilde yerine getiremeyen kişi. Böyle kişiler, bazı fiilleri ancak kısmen gerçekleştirebilmektedirler, bir çok fiili ise hiçbir sûrette ifa edememektedirler. Fiillerin tam olarak yerine getirilebilmesi için, kişinin mutlak anlamda desteklenmesi gerekmektedir. Yardımcı elemanın, ara sıra veya sürekli olarak hazır bulunmak sûretiyle bakım hizmetleri sunması ve(ya) ev işlerine yardımcı olması gerekmektedir. 4.) Bütünüyle Bağımlı Kişi: Kendi kendine yeterli olma vasfını bütünüyle kaybetmiş, kendi başına hiçbir surette gerekli olan fiilleri ifa edemeyen ve bundan dolayı da mutlak anlamda bütünüyle (bütün cepheleriyle) bakıma muhtaç hâle gelmiş kişi. Böyle bir kişi, hemen her alanda (ev işlerinde, alış verişte, yemek yapmada ve hazırlamada, temizlik işlerinde, bakım hizmetlerinde vb.) ve her vakitte (gece-gündüz; 24 saat) bakıcının yardımına, desteğine ve hizmetine ihtiyaç duymaktadır. // Almanya’daki Uygulama: Almanya’da bakım ihtiyacı, özellikleriyle birlikte basamaklara göre tasnif edilmiştir. 1. Basamak: Günde en az 45 dakika vücut bakımı, beslenme (yemek pişirme hariç) ve bir yerden bir yere gitme için, ayrıca en az günde 45 dakika da ev işleri için yardıma gereksinim duymak. 2. Basamak: Günde en az 120 dakika vücut bakımı, beslenme (yemek pişirme hariç) ve bir yerden bir yere gitme için, ayrıca en az günde 60 dakika da ev işleri için yardıma gereksinim duymak. 3. Basamak: Günde en az 240 dakika vücut bakımı, beslenme (yemek pişirme hariç) ve bir yerden bir yere gitme için, ayrıca en az günde 60 dakika da ev işleri için yardıma gereksinim duymak.
Çocuk Hakları: [The rights of children // Die Rechte der Kinder]: Çocuğun bedenî, zihnî, hissî, sosyal ve ahlâkî bakımlardan hürriyet ve saygınlık içinde, sağlıklı ve normal şartlar içinde gelişebilmesi için, hukuk kaideleri ile korunan yararları. // Çocuk Haklarının Konusu: 1.) Yaşama hakkı. 2.) Temel sosyo-ekonomik haklar (Sosyal Güvenlik Hakkı). 3.) Korunma ve gelişme hakları. 4.) Yetişkin ve katılma hakları. 5.) Ana-babalara karşı haklar. // Çocuğun Sosyal Güvenlik Hakkı: Çocuk hakları kapsamında çocuğun sosyal güvenliği, çocuk açısından bir hak, aile ve devlet açısından bir ödevdir. Çocuk, sosyal güvenlik sistemi içinde yer alan sosyal güvenlik kurumlarından ve yöntemlerinden yararlanır. Çocuk, bu kurumlardan-yöntemlerden iki biçimde yararlanır: 1.) Aktif sigortalı olarak: Çocuk, bir işverenin yanında çırak veya işçi olarak çalışır ve belirli sosyal risklere karşı sigortalanır. 2.) Pasif sigortalı olarak: Bir aile ferdi olarak çocuk, ana-babalarının sosyal sigortalı olmalarından veya kamusal sosyal yardım kapsamında adıkları yardımlardan yararlanırlar. Sosyal güvenlik sistemi, bu yollarla çocuklara sosyal güvenlik hakkı tanır.
Çocuk Islahevi (Çocuk Eğitimevi): [Approved scholl; Child reformatory // Kindererziehungsheim]: Kanunların çizdiği yaş sınırlarında bulunup, suç işlemiş veya işletilmiş çocukların ıslah (yeniden sosyalleşme) edilmeleri maksadıyla mahkemece belirlenen belli bir süre için alıkonuldukları sosyal hizmet kuruluşudur. // Çocuk hükümlüler hakkında verilen cezaların, hükümlülerin eğitilmeleri, meslek edinmeleri ve yeniden toplumla bütünleştirilmeleri amaçları güdülerek yerine getirildiği tesistir. (2004 tarihli Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun; m. 15). // Açıklama: Bu kurumlarda firara karşı engel bulundurulmaz; kurum güvenliği, iç güvenlik görevlilerinin gözetim ve sorumluluğunda sağlanır. Kurum içinde veya dışında herhangi bir eğitim ve öğretim programına devam eden ve 18 yaşını dolduran çocukların, eğitim ve öğretimlerini tamamlayabilmeleri bakımından 21 yaşını bitirinceye kadar bu tesislerde kalmalarına izin verilebilir. Haklarında tutuklama kararı bulunanlar hariç olmak üzere, bu tesislerde bulunan çocuk hükümlüler, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmezler. (Bkz. Cezanın İnfazı; Açık Ceza İnfaz Kurumu; Kapalı Ceza İnfaz Kurumu).
Çocuk İşçiler: [Children-workers // Kinder-Arbeiter]: Reşit yaşın altında olan küçük işçiler. // Çocuk İşçileri İle İlgili Kanunî Düzenleme: 2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu, 15 yaşından küçük işçi çalıştırılmasını yasaklamaktadır. "Ancak, ön dört (14) yaşını doldurmuş ve ilköğretimini tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlakî gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler” (m. 71). Diğer taraftan, “on altı (16) yaşını doldurmamış genç işçiler ve çocuklar, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamaz” (m.85). “Bunun yanında “on dört (14) yaşından on sekiz (18) yaşına kadar (on sekiz dahil) çocuk ve genç işçilerin işe alınmalarından önce işyeri hekimi, işçi sağlığı dispanserleri, bunların bulunmadığı yerlerde sırası ile en yakın Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık ocağı, hükümet veya belediye hekimlerine muayene ettirilerek, işin niteliğine ve şartlarına göre vücut yapılarının dayanıklı olduğunun raporla belirtilmesi ve bunların on sekiz (18) yaşını dolduruncaya kadar altı (6) ayda bir defa aynı şekilde doktor muayenesinden geçirilerek, bu işte çalışmaya devamlarına bir sakınca olup olmadığının kontrol ettirilmesi ve bütün bu raporların işyerinde saklanarak, yetkili memurların isteği üzerine kendilerine gösterilmesi zorunludur” (m. 87). // İstatistik: ILO'ya göre, çocuk işçi çalıştırmada Kenya, Bangladeş ve Haiti'den sonra Türkiye 4. sırada. DİE, Türkiye'de çalışan 3 milyon 848 bin (Yıl: 2000) çocuktan 844 bininin çalıştığı işyerinin hiçbir yerde kaydı olmadığını, yani çocukların önemli bir kısmının kaçak çalıştığını tespit etmiştir.
Huzurevi (Yaşlılar Yurdu): [Rest home; Old people’s home // Altersheim]: Yaşlıların kurumsal yönden korunması, bakılması, psiko-sosyal ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla tesis edilen yatılı sosyal yurt. // Yönetmeliğe göre, “Huzurevleri; muhtaç yaşlı kişileri huzurlu bir ortamda korumak ve bakmak, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kamu kurum ve kuruluşları tarafından kurulan yatılı sosyal hizmet kuruluşları"dır. // Türkiye'de huzurevi olarak adlandırılan kuruluşlar, daha fazla kendi başına evde kalmakta zorlanan yalnız, kimsesiz, yardıma muhtaç, belli bir yaşın üstünde (65) olan ve-fakat sağlıklı (yani bakıma muhtaç olmayan) yaşlıları kabul etmektedir. // Türkiye’de Huzurevine Kabul Şartları: 1.) Beden fonksiyonlarında kendi ihtiyacını karşılamasına engel olacak sakatlığının ve bir hastalığının bulunmaması. 2.) Yaşlının ruhî sağlığı yerinde olması. 3.) Yaşlının, bulaşıcı ve sürekli tedavi gerektiren ağır hastalığı olmaması. 4.) Uyuşturucu ve alkol kullanmaması. 5.) Sosyal ve ekonomik yoksunluk içinde bulunduğu, sosyal inceleme raporu ile saptanmış olması. //
Kamusal Sosyal Yardım (Kamu Yardımları; Asgarî Gelir Desteği): [National assistance; Public relief; Social relief; Non contributionary benefits; State welfare // Staatliche Sozialhilfe; Sozialfürsorge]: Kendi ellerinde olmayan sebeplerden dolayı fakir olarak doğan veya sonradan fakirliğe düşen ve dolayısıyla mutlak manada yardıma muhtaç hâle gelen veya yeterli gelire sahip olmadıklarından dolayı kısmen yardıma muhtaç olan kişilere-ailelere, devlet bütçesinden yapılan karşılıksız maddî yardım ve desteklerdir. // Toplumun kendi ellerinde olmayan sebeplerle fakir ve muhtaç duruma düşen fertlerine ve dar gelirlilere, insanlık haysiyetine yaraşır düzeyi sağlama maksadı ile devlet bütçesinden yapılan nakdî-aynî yardımlardır. // Geliri belirli bir düzeyin altındaki bütün vatandaşlara, kamu kaynaklarından düzenli olarak yapılan nakit transferleridir. // Açıklama: Sosyal güvenlik yöntemini ifade eden kavramların en eskisi olan sosyal yardım, sosyal güvenliğin tarihî oluşum ve gelişim vetiresi (süreci) içinde, bir başka ifadeyle daha sosyal sigorta sistemi kurulmadan evvel değişik tedbir ve vasıtalarla hayata geçirilmiş, özellikle dinî kurumlar ve vakıflar tarafından uygulanmıştır. Bugün, bir devletin sosyal sigorta sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun, bazen ortaya çıkan olağanüstü ve plân dışı sosyal hadiseler ve sosyal riskler karşısında bu sigorta sistemi, sosyal güvenliğin temel hedeflerini herkesi içine alacak bir biçimde geniş kapsamlı olarak yerine getirememektedir. Sosyal yardımların, temelde diğer sosyal güvenlik sistemlerinin boşluklarını dolduran ve genellikle sadece münferit hallerde devreye girmesi gereken tamamlayıcı bir sosyal güvenliktir. Dolayısıyla, sosyal sigortalı olsun veya olmasın, gelir seviyesi düşük ve(ya) bununla birlikte değişik sosyal sebeplerden dolayı (çocuk, yüksek kira gibi) gideri yüksek olan muhtaç ve fakirlere, muhtaçlık ve fakirlik derecelerine göre, aynî ve nakdî yardım yapılması kaçınılmazdır. Bugün, sosyal güvenlik yöntemlerinin her birisi, tek başına olarak sosyal güvenliği mutlak ve geniş mânâda gerçekleştirememektedir. Bunun için, sosyal yardım ve devletçe bakılma teknikleri, sosyal sigortalar sistemini tamamlar mâhiyette bir işlev görmektedir. Bu itibarla, sosyal yardım ve devletçe bakılma yöntemleri, sosyal sistemin olgunlaşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmaktadır. // Finansman Biçimi: Sosyal güvenliğin sağlanmasında kamusal sosyal yardım ile birlikte devletçe bakılma aracının finansman biçimi ve yararlanma şartları, primli sisteme dayanan sosyal sigorta yönteminden farklıdır. Şöyle ki, dağıtılan sosyal yardımlar, devlet veya mahallî idarelerin bütçesinden karşılanmakta ve yardımlarda her hangi bir karşılık söz konusu değildir. Primsiz rejim olarak da kabul edilen kamusal sosyal yardım sisteminden faydalananlar, finansmana iştirak etmemektedir. Dolayısıyla sosyal güvenlik garantisi, karşılıksız olarak sağlanmaktadır. // Yararlanma Şartları: Sosyal yardımlardan yararlanabilmek için, kişinin muhtaç durumda olması gerekir. Sosyal yardımın amacı, anayasal hak olan insan haysiyetine ve şerefine yaraşır bir hayat sürdürebilmelerinde ihtiyaç sahiplerine, mümkün olabildiğince en etkili bir biçimde her türlü kamusal desteği sağlamaktır. // Yararlanan Kesimler: a) Doğuştan veya sonradan sakat kalanlar; b) İşsizler veya işsizlik sigortasından yararlanamayanlar; c) Hiçbir şekilde sigortalı olamamış olanlar; d) Yoksullar; e) Muhtaç yaşlılar ve bakıma muhtaçlar; f) Sosyal sigortalı olmasına rağmen bir çok sebepten dolayı (sigortalılık süresi; prim yetersizliği gibi) sosyal güvenlik garantisi kapsamına girememiş muhtaç insanlar. // Uygulama Biçimi: 1.) Sosyal hizmetler alanında ücretsiz sağlık yardımları ve psiko-sosyal danışmanlık hizmetleri. 2.) Aylık ödemeleri (Çocuk Parası; Kira Yardımı; Yaşlılık Aylığı gibi). 3.) Genellikle bir kereye mahsus veya belirli aralıklarla aynî veya nakdî yardımlar. // Türkiye’de Kamusal Sosyal Yardım Uygulamaları: Bir çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de fakirliğin önlenmesi ve etkilerin en aza indirilmesi için geliştirilen yöntemlerinin başında kamu yardımları uygulamaları gelmektedir. Ülkemizde sosyal yardımlara müteallik (yönelik) mevzuat dikkate alındığında, mevcut düzenlemelerden 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun tüm yardıma muhtaç vatandaşları ilgilendirdiği, diğerlerinin ise, muhtaçları belirli sosyal gruplar itibariyle şümulüne aldığı görülmektedir. Örn.: a) Altmış Beş (65) Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun. b) Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu. c) Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun. d) Tabiî Afetler Nedeniyle Meydana Gelen Hasar ve Tahribata İlişkin Hizmetlerin Yürütülmesine Dair Kanun. e) Vatanî Hizmet Aylıkları. f) Madalya Aylıkları. g) Muhtaç Asker Ailelerine Yardım. h) Terör Kurbanı Kamu Görevlilerine ve Ailelerine Yardım. // Almanya’da Kamusal Sosyal Yardım: Almanya’da sosyal yardım kapsamında muhtaçlık durumuna ve türüne göre iki farklı yardım biçimi ortaya çıkmaktadır. Beslenme, giyim, barınma ve ev eşyası gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayan muhtaç olan herkese, sosyal yardım ve hizmetlerden sorumlu daire tarafından “hayatın idamesine yönelik yardım” (Hilfe zum Lebensunterhalt) adı altında ayni ve nakdi yardımın yanında evsiz kalanlar için de barınma imkanlarının oluşturulmasında destek sağlanmaktadır. Sosyal yardımlar, muhtaçlık durumu devam ettiği sürece, sürekli olarak yapılmaktadır. Bunun yanında, olağanüstü sosyal hadiseler için hususî yardım ve hizmetler de sunulmaktadır (Hilfe in besonderen Lebenslagen). Bu çerçevede örneğin, bakıma muhtaç olan ileri yaştaki insanların bakımını üstlenen bakıcıların, bakım için ihtiyaç duydukları araç-gerecin yanında profesyonel bakım hizmetlerinin giderleri de karşılanmaktadır. Öte yandan, yardıma muhtaç ve sigortalı olmayan hastaların özel sağlık masrafları karşılanmakta veya engellilerin sosyal, mesleki ve tıbbi rehabilitasyonlarının sağlanması yönünde nakdi yardımlar yapılmaktadır.
Korunmaya Muhtaç Çocuk (Özel Olarak Korunması Gereken Çocuk): [Children in need of protection // Schutzbedürftige Kinder]: Özel olarak korunması gereken çocuk. // Bedenî, zihnî, ahlâkî, sosyal ve hissî (duygusal) gelişimi ile şahsî (kişisel) güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen suç mağduru olan çocuktur. // Ana ve(ya) babasız, ana ve(ya) babası belli olmayan, ana ve(ya) babası tarafından terk edilen; kendisine bakmakla ve yetiştirmekle yükümlü olanlar tarafından ihmal veya istismar edilip fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal risklere karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuktur. // Anne veya babasından biri veya her ikisi bulunmayan, ebeveyni belli olmayan, onlar tarafından terk edilen veya ihmal edilen, bu yüzden de şahsî güvenlikleri açısından bedenen, ruhen, zihnen ve(ya) ahlâken tehlikede bulunan ve devletçe korunması gereken çocuk (6972 sayılı "Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkındaki Kanun). // göre, beden, ruh ve ahlâk gelişimi veya şahsî güvenliği bakımından tehlikeye düşen çocuklar, korumaya muhtaç çocuklar (SHÇEK-Kanunu). // Ana babasının ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin (kanunî vasi) bedenî veya zihnî saldırısına, şiddetine veya suiistimaline, ihmal ye da ihmalkâr muamelesine, her türlü istismar (ırza geçme gibi) ve kötü muameleye uğrayan çocuk (Çocuk Haklarına Dair Sözleşme). // Beden, ruh ve ahlâk gelişimleri tehlikede olup, ana veya babasız, ana ve babasız, ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan, ana veya babası veya her ikisi tarafından terk edilen; kendisine bakmakla yükümlü olanlar veya diğer aile fertleri tarafından cinsel, fiziksel ve duygusal istismara maruz kalan; kendisine bakmakla ve yetiştirmekle yükümlü olanlar tarafından ihmal edilip fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen; ve bu nedenlerle özel olarak korunması için yetkili ve görevli mahkemeden korunma kararı alınması gerekli görülen çocuk (2003 tarihli “Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardım Temel Kanunu Tasarısı Taslağı”). // Açıklama: Medenî Kanuna göre, bir çocuğun, kanunun emrettiği ölçüde özen ve bakım görmemesi sonucunda beden, fikir ve ruh güvenliğinin tehlikeye düşmesi hâlinde çocuklar, korumaya muhtaçtırlar. Diğer taraftan çocuklar, fuhşa, dilenciliğe, alkolizme, uyuşturuculuğa ve sokağa itilebilecekleri veya itildikleri için, özellikle sosyal hizmetler kapsamında kurumsal bakım ve psiko-sosyal rehabilitasyon hizmetlerine ihtiyaç duyarlar. 1593 sayılı Umumî Hıfzısıhha Kanununa göre "Metruk (terk edilmiş, sahipsiz) çocukları 6 yaşını ikmal edinceye kadar mahallî belediyeleri, belediye olamayan yerlerde köy heyet-i ihtiyariyyeleri (köy yaşlılar heyeti) himayeye mecburdurlar. Hususî müesseseleri olmayan yerlerde belediyeler bu çocukları icap ederse bir ücret mukabilinde bakılmak veya büyütülmek üzere aileler nezdinde verirler. 6 yaşından sonra bu çocukların himaye ve tahsil ettirilmesi Maarif Vekaletince (Milli Eğitim Bakanlığınca) deruhte olunur (yürütülür)". Korunmaya muhtaç çocukların araştırılıp bulunması, bu çocukların ilgili mercilere duyurulması görevi, mahallî-mülkü amirlere, sağlık kurum ve kuruluşlarına, muhtarlara, genel kolluk kuvvetlerine, belediye zabıta memurlarına ve çocuk ebeveynlerine kanunî bir mecburiyet olarak verilmiştir. Aynı zamanda basın ve yayın organlarında çıkan ihbar niteliğinde haberler de SHÇEK-İl Müdürlüğü tarafından incelenerek değerlendirilmektedir.
Koruyucu Aile: [Foster-parents; Protecting-auxilary family // Pflegefamilie; Ersatzfamilie]: Korumaya muhtaç çocukların bakımını ve yetiştirilmelerini, evlat edinmeden, geçici bir süre için üstlenen gönüllü aile. // Korunmaya muhtaç en az bir, en çok üç çocuğa, kısa veya uzun süreli, gönüllü ya da ücretli olarak bakarak çocuğun-çocukların sevgi dolu bir aile ortamında büyüyüp sağlıklı bir yetişkin olarak topluma kazandırılmasına yardımcı olan aile. // Mahkemece hakkında korunma kararı alınan çocuğun, geçici veya sürekli, ücretli veya gönüllü olarak aile ortamında bakımını gerçekleştirecek ve öz ana-baba yerini tutabilecek aile veya kişidir (Koruyucu Aile Yönetmeliği; m. 4/e). // Koruyucu aile hizmeti, öz ailesi yanında bakımları (bir süre için) sağlanamayan çocukların bu dönemlerini en az zararla geçirebilecekleri, birebir münasebetinin kurulabildiği bir aile ortamı sağlanması açısından hemen hemen bütün dünya ülkeleri tarafından tercih edilmektedir. // Koruyucu aile ortamında yetişen korunmaya muhtaç çocukların kurum bakımından yararlandırılan çocuklara göre daha sağlıklı geliştikleri araştırmalarla tespit edilmiştir. Koruyucu aile işlemleri, 2828 sayılı SHÇEK kanununun "Koruyucu Aile Yönetmeliği"ne uygun olarak yapılmaktadır. Koruyucu aile olmaya karar veren 18 yaşını doldurmuş, Türkiye'de ikamet eden evli ya da bekar, erkek veya hanımların bulundukları ildeki Sosyal Hizmetler İl Müdürlüklerine dilekçeleriyle müracaat etmeleri gerekmektedir. Müracaat işlemleri tamamlandıktan sonra sosyal inceleme sonucunda uygun görülen ailelere, koruyucu aile hizmetinden yararlanmaya uygun çocuklarla tanıştırılarak koruyucu aile statüsü kazandırılmaktadır. Koruyucu aile yanına yerleştirilen bu çocuklar ve aileler periyodik aralıklarla ilgili sosyal hizmet uzmanları tarafından ziyaret edilerek, çocuk ve ailenin karşılaştığı problemlerin çözümünde yardımcı olunmaktadır. Koruyucu aile yanında bakılmakta olan çocukların masraflarının belirli kısmının karşılanması maksadıyla ailelere aylık ücret ödenmektedir. Ayrıca, çocukların sağlık giderleri SHÇEK tarafından karşılanmaktadır.
Kurum Bakımı (Kurumsal Bakım Hizmetleri): [Institional care // Institutionelle Pflege; Heimpflege]: Herhangi bir sosyal hizmet kurumunun (bakım merkezinin) kendi bünyesinde profesyonel olarak bakım hizmetleri vermesidir. // Bakım merkezlerinde geçici ama tam gün (belirli bir süre için), kalıcı ama gündüzlü (kısmî kurumsal bakım veya sürekli ama yarı gün) veya tam kalıcı (sürekli ve tam gün) bakım hizmetlerinin verilmesi. // Açıklama: Bakıma muhtaç kişinin yoğun ve teknik desteğin kurum düzeyinde verilmesi gerektiğinde, bakıcının hastalanması veya izin kullanması hâlinde bakıma muhtaç kişinin sosyal bakımın özel veya kamuya ait bakım merkezlerinde yapılması gerekli görülmektedir. Birçok ülkede bakıcı aile fertlerini dinlendirmek, karşılaşabilecekleri hastalık ve tükenmişliği engellemek maksadıyla belirli bir süre için veya süresiz olarak bakıma muhtaç kişiye gündüz bakım ve destek hizmetleri verilmektedir. Aile içi görevlerde aksamalara ve aile içi ilişkilerde bozulmalara fırsat vermemek adına yürütülen kısmî kurumsal bakım hizmetlerinin önemi gittikçe artmaktadır. // Çeşitleri: Kurumsal bakım hizmetleri; bakım merkezlerinde genelde tam gün olarak hekimlik, hemşirelik (temel bakım) hizmetleri, meşguliyet tedavisi, konuşma tedavisi, fizik tedavi, ayak bakımı, beslenme, sosyal ve manevî hizmetleri ihtiva etmektedir. Hekimle birlikte diğer bakım uzmanları, bakımın bakıma muhtaç kişinin fizikî, ruhî (manevî) ve sosyal durumunu en üst düzeye ulaştıracak şekilde plânlamaktadır. // Uzun süreli kurumsal bakım hizmetlerinin hedefi, bakım hizmetlerine sürekli olarak ihtiyaç duyan kronik hastalar, yaşlılar ve özürlülerin sağlığını korumak; bakıma muhtaçlık derecelerinin daha da artmasını önlemek; hastalık ve özürlülüğün ortadan kaldırılamadığı durumlarda olabildiğince bağımsız yaşamayı sağlayacak eğitim ve beceriler kazandırmak ve profesyonel anlamda kaliteli bakım hizmetlerini sunmaktır. // Gaye: Bakıma muhtaç kişinin hayat kalitesinin korunması, çevresel şartlara uyum, kişisel bakım becerilerinin yeniden kazandırılması, kendisini değerli ve saygın hissetmesi, kültürel yapısına ve dinî inançlarına uygun bakımın sunulmasıdır. (Bkz. Kısa Süreli Kurumsal Bakım Hizmetleri).
Sokak Çocukları: [Street children; Street urchins // Strassenjungen; Bengel]: Ebeveynin koruması ve bakımının yetersizliği sebebiyle, kısmen veya bütünüyle, kısa veya uzun bir dönem için sokaklarda yaşamak mecburiyetinde kalan 18 yaşın altında bulunan çocuklar. // Değişik psiko-sosyal ve ekonomik sebeplerden dolayı, evlerinden kaçan, okullarını bırakan, aileleri tarafından terk edilen, reddedilen veya evden atılan, başıboş bırakılan, aileleri olmayan, toplum tarafından desteklenmeyen korunmaya muhtaç çocuklar. // Sokak Çocukların Tasnifi: 1.) Sokağın Çocukları: Bütünüyle sokağı “mesken” edindikleri için, geceleri ya da en azından bazı geceler dahî evine dönmeyen, aile korumasından ve desteğinden bütünüyle veya büyük ölçüde mahrum olan çocuklar. 2.) Sokaktaki Çocuklar: Ailesinin geçimine katkıda bulunmak veya kendi masraflarını karşılamak için, günün bir bölümünde sokakta çalışan, gecenin erken ya da geç bir saatinde evine dönen çocuklar. // Aileleri ile münasebetleri açısından sokak çocukları, 3 bölüme ayrılabilir: 1.) Aileleriyle sürekli münasebeti olanlar. 2.) Aileleriyle zaman zaman münasebet kuranlar. Bunlar, ya ailelerinden uzak büyük kentlerde çalışan çocuklardır, ya da aile bağları oldukça gevşemiş çocuklardan meydana gelmektedir. 3.) Aileleriyle hiç bir münasebeti olmayan tamamen sokağa terk edilmiş çocuklar. (Bkz. Korunmaya Muhtaç Çocuk; Çalışan Çocuk).
Sosyal Hizmetler (Sosyal Hizmet; Sosyal Çalışma): [Social service(s); Social work // Sozialarbeit; Soziale Dienstleistung(en); Sozialarbeitswissenschaft]: Sosyo-ekonomik sorunların ortaya çıkmasını önlemek veya asgari seviyeye çekilmesini sağlamak maksadıyla ortaya çıkmış bilimsel bir ekol ve meslekî faaliyet biçimidir. // Sosyal siyasetin gayri maddî hizmet alanı olan sosyal çalışma, korumaya muhtaç kişilere sağlık, psiko-sosyal danışmanlık, hukuk, finans, gayrimenkul yönetimi, mesken temini ve eğitim desteği gibi alanlarda yapılan yardım ve desteklerdir. // Dar anlamda, toplumda yaşayan ve hayatını kendi başına, öz kaynak ve gücüyle sürdürme imkânına ya doğuştan sahip olamamış ya da bu imkânı geçici olarak yitirmiş kimselere hayatlarını sağlıklı, problemsiz ya da en az problemle sürdürebilmelerini ve toplumla uyumlarını sağlama maksadıyla verilen her türlü insanî hizmetlerdir. // Toplumda tek başına yaşamaları bir yönüyle aksayan, aksayabilen muhtaç insanlara verilen ekonomik, kültürel ve psiko-sosyal destek hizmetleridir. // Fertlerin birbirleriyle ve çevreleriyle uyum sağlamasını kolaylaştırmak maksadını taşıyan sistemleştirilmiş ve kurumlaştırılmış çalışmalardır. // İnsanlara etkili bir psiko-sosyal işlevsellik seviyesini kazandırmada ve etkili toplumsal değişmelerle bütün insanların refahını sağlamada yardımcı olan uygulamalı bir bilimdir. // Kişi, grup ve toplulukların yapı ve şartlarından doğan ya da kendi denetimleri dışında meydana gelen bedenî, zihnî ve ruhî eksikliği, fakirlik ve eşitsizliği gidermek veya azaltmak, toplumun değişen şartlarından doğan sosyal sorunları çözümlemek, insan kaynaklarını geliştirmek, hayat standartları iyileştirmek ve yükseltmek, fertlerin birbirleriyle ve sosyal çevresi ile uyum sağlamasını kolaylaştırmak maksadıyla insan şeref ve haysiyetine yaraşır eğitim, danışmanlık, bakım, tıbbî ve psiko-sosyal rehabilitasyon alanlarında devlet veya gönüllü-özel kuruluşlar tarafından sistemli bir şekilde ifa edilen hizmet programlarının bütünü. // Herhangi bir sebeple sosyal veya ekonomik muhtaçlıklarla karşılaşan kişilere ve ailelere fayda sağlamak, destek olmak, insan haysiyetine uygun yaşayış düzeyinin gerçekleşmesine katkıda bulunmak hedefine yönelmiş hizmetler. // Kötü sosyal şartları ortadan kaldırmak ve sosyal sorunlu kişi ve ailelere maddî ve manevî (sosyal) destek sağlamak maksadıyla, hükümet, belediye, kilise ve(ya) diğer dinî ve sivil toplum örgütleri tarafından yapılan faaliyetlerin bütünüdür. // İnsanların huzur ve saadet içinde sağlıklı ve mutlu bir biçimde yaşayabilmelerini yönünde yapılan düzenli, koordineli ve kurumsal hizmetlerin bütünüdür. // Sosyal yönden özellikle korunması gereken gruplara yönelik yürütülen sosyal hizmet ve rehabilitasyon faaliyetlerin bütünüdür. // Fertlerin, insan ve onun (sosyal) çevresi arasındaki etkileyici iletişimi oluşturan sosyal ilişkilerindeki aktivitelerine odaklanarak, şahsî veya grupla beraber sosyal işlevlerini arttırmak ve çoğaltmaktır. // İnsanlara bireysel (şahsî), grup (özellikle aile) ve toplulukla ilgili problemlerini çözmede yardımcı olan ve sosyal destek uygulamalarından bireysel, grup ve topluluk ilişkileriyle doyum elde eden (insanları anlama bağlamında) bir sanat, bir bilim ve(ya) bir meslektir. // Resmî-Kanunî Tanımlar: 1.) “Kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi, manevî ve sosyal yoksunluklarının giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünü” (1983 tarih ve 2828 sayılı Kanun; m. 3). 2.) “İnsan hakları ve sosyal adalet ilkelerini temel alan, sosyal değişimi destekleyen, insanların iyilik durumunun geliştirilmesi için, insan ilişkilerinde problem çözmeyi, güçlendirmeyi ve özgürleştirmeyi amaçlayan ve bunun için insan davranışına ve sosyal sistemlere ilişkin teorilerden yararlanarak insanların çevreleriyle etkileşim noktalarına müdahale eden bir meslek” (Uluslar arası Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği 2001). 3.) İnsanların kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddî ve manevî sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanmasında, insanların kendilerine daha yeterli hâle gelmelerinde ve başkalarına bağımlı olma hallerinin önlenmesinde, aile ilişkilerinin güçlenmesinde, birey, aile, grup ve toplumların sosyal işlevlerini başarıyla yerine getirmelerinde yardımcı olmak; insanların hayat standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini sağlamak maksadıyla gerçekleştirilen koruyucu-önleyici, iyileştirici-rehabilite edici, değiştirici-geliştirici nitelikteki sistemli ve düzenli faaliyet ve programlar bütünü (2003 tarihli “Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardım Temel Kanunu Tasarısı Taslağı” ve ) Aralık 2005 tarihli “Sosyal Hizmetlerin Yeniden Yapılandırılması, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı”). // IFSW’nin Tanımı: Uluslararası Sosyal Çalışmacılar Federasyonu, 2000 yılında Kanada-Motreal’da yaptığı dünya konferansında sosyal çalışma mesleğini kavramsal boyutuyla yeniden tanımlamıştır. Tanım şu şekildedir: “Bir meslek olarak sosyal çalışma, sosyal değişimi teşvik eder, kişiler arası ilişkilerden doğan sorunları çözer ve insanların kendi hür iradeleriyle (kararlarıyla) hayatlarını daha iyi düzenlemelerine katkıda bulunur. İnsan davranışlarından ve sosyal sistemlerden elde edilen bilimsel verilere bağlı kalarak sosyal çalışma, insanların (sosyal) çevreleriyle karşılıklı etkileşim altında kaldıklarında müdahale eder. Sosyal çalışmanın temelleri, insan hakları ve sosyal adalet ilkelerine dayanmaktadır”. (“The social work profession promotes social change, problem solving in human relationships and the empowerment and liberation of people to enhance well-being. Utilising theories of human behaviour and social systems, social work intervenes at the points where people interact with their environments. Principles of human rights and social justice are fundamental to social work”). // Sosyal Hizmet ve Sosyal Çalışma Kavramları Arasındaki İlişki: Batı Dünyasında sosyal çalışma (Social work // Sozialarbeit) mesleğin adı, sosyal hizmet ise (Social service // Sozialdienst) daha çok mesleğin çalıştığı hizmet alanını ifade edilmek için kullanılmaktadır. Türkiye’de ise "social work" ile social service" kavramları arasında çoğu kez ayırım yapılmaksızın bazen "sosyal hizmet(ler)" bazen de “sosyal çalışma” olarak ele alınmaktadır. // Hedefleri: 1.) Kişisel ve toplumsal sosyal sorunları ortadan kaldırmak. 2.) Kişilerin ve toplumların maddî ve manevî huzurunu temin etmek. 3.) Sosyal uyum sorunlarına çare aramak. 4.) Sosyal barışı temin etmek ve sosyal gelişmeyi hızlandırmak. // Türkiye’de Sosyal Hizmetler: Ülkemizde hem merkezî yönetim, hem de mahallî idareler, sosyal hizmetler sunmaktadır. Merkezî yönetim bazında Başbakanlığa bağlı kuruluşların (Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu; Vakıflar Genel Müdürlüğü) yanında bazı Bakanlıklar (Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Milli Eğitim, Sağlık ve İçişleri Bakanlıkları) sosyal hizmetler alanında faaliyet göstermektedir. Mahallî idarelerde Belediyelerin, İl Özel İdarelerinin ve Köy İdarelerinin sosyal hizmet faaliyetleri bulunmaktadır. // Değerlendirme: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun asıl çıkış gayesi, sosyal hizmetlerin tek çatı altında toplanmasıydı. Ancak, Kurum Kanunun dışında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu, Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı Kurulmasına Dair Yönetmelik gibi yeni düzenlemelerle sosyal hizmetlerin görev ve sorumluluk alanı daralmış ve sosyal hizmetlerin sunumu, karmaşık bir hâl almıştır. (Bkz. Viyana Beyannamesi).
Toplum Merkezleri: [Society centers // Volkszentren]: Hızlı sosyal değişim, çarpık kentleşme ve göç gibi sebeplerden dolayı fertlerin, grupların, ailelerin ve toplumun sorunlarını katılımcılık esasları doğrultusunda ortadan kaldırabilmek maksadıyla kurum odaklı hizmetlerinin yanı sıra, aileye ve kadına yönelik koruyucu-önleyici, tedavi ve rehabilite edici hizmetleri yerine getirmek üzere Türkiye’de SHÇEK bünyesinde 1992 yılında Toplum Merkezi Projesi şeklinde başlayan, ülke çapında yayılan sosyal hizmet merkezleridir. // Eğitici-geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici işlevlerini, bir arada ve en kolay ulaşılabilir biçimde, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve gönüllüler ile işbirliği içinde sunmakla görevli gündüzlü sosyal hizmet kuruluşlarıdır. // Kanunî Dayanağı: 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Kanunu’nun 9. maddesinin değişik (j) bendi ile 15 inci maddesi hükümlerine dayanılarak düzenlenen “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Toplum Merkezleri Yönetmeliği”, 11.07.2000 tarih ve 24106 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. // Hedef Kitle: 1.) Kentlerin kaynaklara ulaşmada güçlük çeken ve dezavantajlı konumdaki yörelerde yaşayan öncelikle yardıma muhtaç insanlar (kadın, çocuk, genç, özürlü) olmak üzere bütün sosyal gruplar. // Hizmet Verdiği Bölgeler: 1.) Yoğun göç alan bölgeler. 2.) Gecekondu bölgeleri. 3.) Kalkınmada öncelikli bölgeler. 4.) İhtiyaç duyulan diğer bölgeler. // Hedefler: 1.) Hizmet verdiği bölgelerde toplum kesimlerinin daha iyi hayat şartlarına ulaşmalarına yardımcı olmak. 2.) Kentsel alanda yaşama biçimlerinde izlenen farklılaşmayı azaltmak. 3.) Halkın, kendi sorunlarına farkına varmalarına yardımcı olmak, birlikte çözüm yolları araştırarak birbirlerini anlama ve hoş görülü olma gibi tutum ve davranışları geliştirmek. 4.) Sosyal barışı temin edici ve kuvvetlendirici sosyo-kültürel etkinliklerde bulunmak. // Yöntemler: 1.) Var olan sosyal sorunları yerinde tespit ederek, çözüm önerilerini halk ile birlikte üretmek. 2.) Sorunların çözümü için mevcut kaynakların etkinliğini ve verimliliğini artırmak, işbirliği ve eşgüdümü sağlamak. 3.) Öncelikle çocuk, kadın, genç olmak üzere tüm bölge halkına gelişkin beceriler kazandırmak. 4.) Bölgede istihdam ve gelir kaynakları oluşturmak. 5.) Fertlerde özgüven duygusunu ve kendini ifade gücünü artırarak, birlikte iş yapmak (örgütlü davranış) ve katılım kapasitelerini geliştirmek. 6.) Kendi durumlarını düzeltme kapasitelerini geliştirmek. 7.) Bölgede çevre duyarlılığını artırarak, çevrenin iyileştirilmesi yönünde kendilerine imkânlar sağlamak. 8.) Toplumda farklı cins, yaş, kültür ve etnik gruptan olan insanların birbirlerini anlamaya çalışarak bir arada yaşamak, üretme, paylaşma, dayanışma alışkanlıklarını ve mahalleli olma bilinci geliştirmek. 9.) Toplumdaki doğal liderleri ortaya çıkarmak ve gönüllü liderler yetiştirmek. // Gerçekleştirilen Etkinlikler: 1.) Anne Çocuk Eğitim Programı. 2.) Kadının İnsan Hakları Programı. 3.) Baba Destek Eğitim Programı. 4.) Baba Eğitimi. 5.) Aile İçi Etkileşimi Güçlendirme Projesi. 6.) Ortak sorunları olan fertler arasında dayanışma ve destek oluşturma çalışmaları. 7.) Yurttaşlık ve Çocuk Hakları Eğitim Programı. 8.) Çeşitli seminer, konferans, panel, söyleşi. 9.) Erken Çocukluk Gelişimi Destekleme Projesi. 10.) Okul öncesi eğitim programları. 11.) İşlevsel Yetişkin Okur Yazarlık Programı. 12.) Okul başarısını yükseltmeye yönelik kurslar. 13.) Kütüphane ve Etüt çalışmaları. 14.) Ev Kadınını Destekleme Projesi. 15.) Evde Çocuk Bakıcılığı Projesi. 16.) Çeşitli mesleki kurslar (halıcılık, dikiş, nakış, ebru, bilgisayar, yaşlı bakımı, hasta bakımı v.b.). 17.) Kermes ve Sergiler. 18.) Çevre duyarlılığının geliştirilmesi çalışmaları. 19.) Çevrenin iyileştirilmesi yönünde çalışmalar. 19.) Her yaş için eğlence programları. 20.) Tiyatro, sinema, drama, resim, müzik, şenlik, gezi programları. 21.) Bölgesel kültürü yaşatmaya yönelik programlar (yöresel yemek yapımı, yöresel müzik, yöresel defileler, halk oyunları v.b.). 22.) Her yaş için sportif etkinlikler. 23.) Koro, enstrüman kursları vb. müzik etkinlikleri. 24.) Gösteri, özel gün kutlamaları vb. etkinlikler. 25.) Satranç, dama, tavla, vb. kurslar ve turnuvalar. 26.) Rehberlik ve Danışmanlık Hizmetleri. 27.) Resmi nikâh işlemleri. // İstatistik: Hizmet vermekte olan 60 Toplum merkezi hizmetlerinden açılışlarından 2004 Mayıs sonuna kadar yaklaşık 246.679 kişi yararlanmıştır. (Bkz. Aile Danışma Merkezleri; Sosyal Hizmet Kuruluşları).
* Bu bölüm Prof. Dr. Ali SEYYAR’ın “Sosyal Hizmetler Sözlüğü” nden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Ek: 1
SOSYAL HİZMETLER HAKKINDA KANUN TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Tanımlar ve Genel Esaslar
Amaç
Madde 1- Bu Kanunun amacı; toplumsal yaşamın gereklerine yeterince uyamayan ve nitelikli bir yaşam sürdürmekte güçlük ve sorunlarla karşılaşan korunmaya, bakıma, gelişmeye, destek ve yardıma ihtiyaç duyan birey, aile, grup ve topluma, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce sunulan sosyal hizmetlerin temel ilke ve esasları ile model ve niteliğini belirlemek, sosyal hizmet uygulamalarına ilişkin rehberlik ve denetimin usul ve esaslarını düzenlemektir.
Kapsam
Madde 2- Bu Kanun; sosyal hizmetlerin sunumunda esas alınacak amaç ve ilkeleri, bu alanda faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişileri, sosyal hizmet kuruluşlarında çalıştırılan personel ile sosyal hizmetlerden yararlananlar ve yararlanacak durumda olanları kapsar.
Tanımlar
Madde 3- Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Sosyal hizmetler: İnsanların kendi bünye veya çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi ve manevi sosyal yoksunluklarının giderilmesine, ihtiyaçlarının karşılanmasına, insanların kendilerine daha yeterli hale getirilmesine ve başkalarına bağımlı olma hallerinin önlenmesine, aile ilişkilerinin güçlenmesine, birey, aile, grup ve toplumun sosyal işlevlerini başarıyla yerine getirmelerine yardımcı olmak, insanların yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilen; koruyucu, önleyici, destekleyici, çözümleyici, değiştirici, geliştirici, iyileştirici ve rehabilite edici nitelikteki sistemli ve düzenli faaliyet ve programlar bütününü,
b) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi,
c) Korunması gereken çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olup;
1) Ana ve babasız, ana veya babasız, ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan, ana veya babası veya her ikisi tarafından terk edilen,
2) Kendisine bakmakla ve yetiştirmekle yükümlü olanlar tarafından ihmal veya istismar edilip fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen,
3) Suç mağduru olan veya suça sürüklenen,
ve bu nedenlerle destekleyici hizmetlerden yararlandırılması uygun görülen veya özel olarak korunması ve koruyucu hizmetlerden yararlandırılması için yetkili ve görevli hâkim veya mahkemeden karar alınması gerekli görülen çocuğu,
ç) Bakıma muhtaç kişi: Ekonomik, psikolojik ve sosyal yönden yoksunluk içinde bulunan, günlük yaşamını devam ettirme güçlüğü çeken, barınacak yeri bulunmayan ve yaşamını sürdürmek için desteğe ihtiyacı olan onsekiz yaşından büyük kişiyi,
d) Korunma gereksinimi olan kadın: Fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel istismara veya şiddete uğrayan ya da bu riski taşıyıp da, psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi için yardım, destek ve danışmanlık hizmetine ihtiyaç duyan ve bu nedenle özel olarak korunması gereken kadını,
e) Yaşlı: Altmış yaşını doldurmuş kişiyi,
f) Bakıma muhtaç yaşlı: Bedensel, zihinsel, sosyal, duygusal ve ekonomik yönden yoksunluğu olan ya da ihmal ve istismar edilen, bu nedenle korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine gereksinimi olan yaşlıyı,
g) Özürlü: Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişiyi,
ğ) Bakıma muhtaç özürlü: 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen özürlülük sınıflandırmasına göre resmi sağlık kurulu raporu ile ağır özürlü olduğu belgelendirilenlerden, günlük hayatın alışılmış, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle hayatını başkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düşkün olan özürlüyü,
h) Sosyal hizmet kuruluşları: Bu Kanunun amacı ile ilke ve esaslarına, sosyal hizmetlerin faaliyet ve programlarına uygun olarak hizmet sunmak üzere, yerel yönetimler, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan ve yönetilen, yatılı ve gündüzlü kuruluşları,
ı) Çocuk evi: 6–8 kişilik müstakil ev tipi veya daha geniş kapasiteli binaların 6–8 kişilik bağımsız bölümlere ayrılması suretiyle oluşturulacak fiziki yapılarda, 0–12 yaş grupları ile 13–15, 16–18 yaş ve cinsiyet grupları esas alınarak, hakkında koruyucu hizmetlerden yararlandırılmak üzere yetkili ve görevli hâkim veya mahkemece yararlandırma kararı alınan çocuklara, fiziki gelişimlerine, bakım ve korunma altına alınma gerekçelerine uygun olarak bakım hizmeti sunmak, çocuklara sağlıklı bir kişilik ve iyi alışkanlıklar kazandırmak, bir işte eğitilmesini ve meslek kazanmasını sağlamak, kendi başlarına hayatlarını sürdürmelerini sağlayabilecek yetenek ve becerileri kazandırmak, bir aile hassasiyeti içerisinde eğitimlerine devamlarını ve topluma yararlı kişiler olarak yetişmelerini sağlamakla görevli ve yükümlü yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
i) Çocuk rehabilitasyon merkezi: 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereğince, hakkında bakım ve barınma tedbirine karar verilen suça sürüklenen ve suç mağduru olan çocukların, topluma yeniden kazandırılmalarını sağlamak, tekrar suça bulaşmalarını önlemek, işledikleri veya maruz kaldıkları fiillerin yarattığı psikolojik ve sosyal tahribatı gidermek ve eğitimlerine devamlarını sağlamakla görevli ve yükümlü yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
j) Çocuk merkezi: Eşler arası anlaşmazlık, ihmal, hastalık, kötü alışkanlık, yoksulluk ve terk gibi nedenlerle, sokakta sosyal tehlikelerle karşı karşıya kalan, sokakta yaşamak zorunda kalan veya sokakta çalıştırılan çocukların, geçici süre ile rehabilitasyonlarını ve topluma yeniden kazandırılmalarını sağlamak amacıyla kurulan yatılı ve gündüzlü sosyal hizmet kuruluşunu,
k) İlk adım istasyonu: Kamu kurum ve kuruluşları veya gerçek ve tüzel kişiler tarafından korunma gereksinimi içinde bulunduğu bildirilen çocukların ilk sosyal incelemesinin yapıldığı, giyim, beslenme, sağlık, temizlik ihtiyaçlarının karşılandığı, gerektiğinde kısa süreli barınma ve bakım hizmetlerinin verildiği, aileler ile bağlantıların kurulduğu, çocukların durum ve özelliklerine, kişilik ve gelişimlerine uygun kuruluşlarla işbirliği veya yerleştirme işlemlerinin yapıldığı çocuk merkezine bağlı ilk müdahale birimini,
l) Gece barınağı: Sokakta yaşayan bakıma muhtaç kişilerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde, bu kişileri karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı korumak, temizlik, barınma, beslenme gibi temel gereksinimlerini kısmen karşılamak amacı ile kurulan ve hizmet alanların kendi istekleri ile kuruluşta kalıp ayrıldıkları yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
m) Yaşlı hizmet merkezi: Yaşlı bireylerin yaşam kalitesinin artırılması amacıyla gündüzlü bakım hizmeti sunmak ve evde bakım hizmetlerini koordine etmek üzere açılan ve faaliyet gösteren gündüzlü sosyal hizmet kuruluşunu,
n) Huzurevi: Bakıma muhtaç yaşlı kişileri huzurlu bir ortamda korumak ve bakmak, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
o) Yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezi: Bakıma muhtaç olmakla beraber sürekli ve özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlıların, bakım ve korunmalarını sağlamak amacıyla huzurevleri bünyesinde ya da doğrudan bu amaca yönelik kurulan ve hizmet veren yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
ö) Özürlü bakım ve rehabilitasyon merkezi: Bakıma muhtaç özürlülerin fonksiyon kayıplarını gidermek, örgün veya yaygın eğitime hazırlamak, aile içi uyumunu sağlamak, toplum içinde kendi kendilerine yeterli olmasını sağlayan beceriler kazandırmak veya bu becerileri kazanamayanlara sürekli bakmak üzere hizmet sunan yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
p) Kadın sığınmaevi: Fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel istismara ya da şiddete uğrayan kadınların, psikolojik, sosyal ve ekonomik problemlerinin çözümlenmesi sırasında varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geçici bir süre kalabilecekleri yatılı sosyal hizmet kuruluşunu,
r) Toplum merkezi: Toplumun ve ailenin gelişmesi, bireyin katılımcı, üretken ve kendine yeterli hale gelmesi amacıyla koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici hizmetleri, gerekirse diğer kuruluşlar ve gönüllülerle işbirliği içerisinde sunmakla görevli bulunan gündüzlü sosyal hizmet kuruluşunu,
s) Aile danışma merkezi: Ailede yaşanan psikolojik ve sosyal sorunların çözümüne yardımcı olmak üzere, aile üyelerinin özellikleri dikkate alınarak bilimsel yöntemler ve sistemli mesleki çalışmalarla yürütülen psikolojik ve sosyal hizmetler ile aile danışmanlığı hizmetlerinin sunulduğu gündüzlü sosyal hizmet kuruluşunu,
ş) Sosyal hizmetler birimi: Bu Kanunla verilen görevleri yerine getirmek üzere il özel idareleri bünyesinde oluşturulacak birimi,
t) Hâkim: Bu Kanun kapsamındaki koruyucu hizmetlere ilişkin olarak bir başka merci belirtilmediği sürece 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda belirtilen çocuk mahkemesi hâkimini veya aile mahkemesi hâkimini,
u) Mahkeme: Bu Kanun kapsamındaki koruyucu hizmetlere ilişkin olarak bir başka merci belirtilmediği sürece çocuk ağır ceza mahkemelerini,
ü) Sosyal inceleme raporu: Sosyal hizmet alanına ilişkin müracaatçıların kendisi, çevresi ve verilecek sosyal hizmet hakkındaki bilgileri içeren raporu,
v) Genel Müdürlük: Sosyal Hizmetler Kurumu Genel Müdürlüğünü,
y) Genel Müdür: Sosyal Hizmetler Kurumu Genel Müdürünü,
ifade eder.
Genel esaslar
Madde 4- Sosyal hizmetlerin yürütülmesi ve sunumu aşağıdaki esaslar dâhilinde yerine getirilir.
a) Sosyal hizmetlerin yürütülmesi ve sunulmasında din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, siyasi düşünce, sınıf ve bölge farklılığı gözetilemez; hizmet sunumunda hiçbir kişiye, aileye, gruba veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz.
b) Sosyal hizmetlerden yararlanmak her bireyin hakkıdır. Bu haktan yararlanma birey, aile, grup ve toplumun ihtiyaç önceliklerine ve ihtiyacın derecesine göre gerçekleştirilir. Hizmet talebinin hizmet arzından fazla olması halinde öncelikler ihtiyaç duyma derecesi ve başvuru veya tespit sırası esas alınarak belirlenir.
c) Sosyal hizmetlere ilişkin faaliyet ve programlar, Genel Müdürlüğün denetim ve gözetiminde, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, gerçek ve tüzel kişiler, sivil toplum örgütleri ile halkın gönüllü katkı ve katılımı da sağlanarak bir bütünlük içinde yürütülür.
ç) Sosyal hizmetlerin sunumunda insan haklarına, insan haysiyet ve onuruna saygı gösterilir ve özel hayatın gizliliği korunur. Bireyin özgürlükleri ile kişilik haklarının ihlal edilmesine izin verilmez.
d) Sosyal hizmetler hiçbir kişi, kuruluş veya zümre lehine ya da aleyhine propaganda aracı olarak kullanılamaz.
e) Sosyal hizmet kuruluşları, hizmetin işleyişi ve personele ilişkin konularda bu Kanunda belirlenen esas, ilke ve standartlara uygun olarak faaliyette bulunurlar.
f) Sosyal hizmet faaliyet ve programlarının coğrafi ve fonksiyonel görev alanlarının ve yurt sathında dengeli dağılımının, görev boşluğu bırakılmayacak şekilde ve toplumun ihtiyaçları göz önünde tutularak planlanması ve düzenlenmesi esastır. Sosyal hizmet alanında yapılacak yatırım programlarında Genel Müdürlüğün görüşü alınır.
g) Bu Kanun kapsamında çocuklara yönelik olarak sunulacak her türlü hizmette, çocuğun öncelikle ailesi veya bir aile yanında bakılması ve kurum ortamında bakım hizmetinin son çare olarak uygulanması esastır.
ğ) Hizmet ve uygulamalarda, çocukların ve gençlerin bedensel, duygusal, düşünsel ve ahlaki yönleri itibarıyla dengeli bir şekilde gelişmiş, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, kendine güvenli, insan haklarına ve onuruna saygılı, çevresine duyarlı, iletişim becerisine sahip, sorumluluk taşıyabilen, önyargısız, dürüst ve hoşgörülü, yurttaşlık bilincine sahip bireyler olarak yetişmelerinin sağlanması, bir iş ve meslek sahibi olmalarının gerçekleştirilmesi esastır.
h) Çocuklara sunulacak her türlü hizmette çocuğun yüksek yararı göz önünde tutulur.
ı) Bu Kanun kapsamında çocuklara hizmet sunacak sosyal hizmet kuruluşları, 0–18 yaş sürekliliği ile kardeşlerin aynı mahalde bir arada tutulmasını sağlayacak ve aile bireyleri ile ilişkilerin sürdürülmesine imkân tanıyacak şekilde yapılandırılır.
i) Bu Kanun kapsamında çocuklara sunulacak her türlü hizmette ve çocuk haklarının yaşama, gelişme, korunma ve katılım ilkelerinin hayata geçirilmesinde sektörler arası işbirliği ve toplumsal sorumluluğun paylaşılması esastır.
j) Başta yaşlılar ve özürlüler olmak üzere, sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan tüm bireylerin yaşamlarını, öncelikle bulundukları ortamda sağlık, huzur ve güven içinde sürdürmelerinin sağlanması esastır.
k) Yaş durumu, özürleri ve fonksiyon kayıpları nedeniyle normal yaşamın gereklerine uyum sağlayamayan yaşlılar ve özürlülere toplum içinde kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlayıcı beceriler kazandırarak üretken hale gelmelerini sağlamak, bu amaçla donanımlar yaratmak ve ekonomik destek vermek, bunlardan kendi kendilerine yeterli olamayanların sosyal hizmet kuruluşlarında sürekli bakım altına alınmalarını sağlamak amacıyla gerekli her türlü önlemi almak ve düzenleme yapmak esastır.
l) Aileye yönelik sosyal hizmetlerin sunumunda ailenin bütünlüğünü korumak ve parçalanmış ailelerin korunmaya, yardıma ve bakıma ihtiyaç duyan fertleri ile çocuklarına her türlü maddi, manevi ve sosyal desteği sağlamak ve bu amaçla gerekli planları yapmak esastır.
m) Kadına yönelik sosyal hizmetlerin sunumunda, kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek, kadına yönelik her türlü şiddet, taciz ve istismarın önlenmesi için çalışmalarda bulunmak, kadının aile ve sosyal yaşamdan kaynaklanan sorunlarının çözümüne destek olmak esastır.
n) Kadına yönelik sosyal hizmetlerin sunumunda, kadının insan haklarını geliştirmek, kadını ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda etkin hale getirmek ve eğitim düzeyini yükseltmek amacıyla yapılacak her türlü çalışmaya destek vermek esastır.
o) Çocuk, genç, yaşlı, özürlü, kadın, aile ve topluma götürülecek koruyucu, önleyici, destekleyici, çözümleyici, değiştirici, geliştirici, iyileştirici, rehabilite edici hizmetlerde görev alacak personelin kendi alanlarında yetişmiş olanlardan sağlanması, personelin seçim ve niteliklerinin tespitinde hizmetin özellikleri ve personelin hizmete uygunluğunun dikkate alınması esastır.
ö) Sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler arasında koordinasyon ve işbirliği sağlanarak mevcut kaynakların en verimli şekilde kullanılması esastır.
İKİNCİ BÖLÜM
Çocuklara Yönelik Hizmetler ile Usulleri
Destekleyici hizmetler
Madde 5- Destekleyici hizmetler; çocuğun kendi aile çevresinde kalarak korunmasını sağlama ve içinde bulunduğu tehlikeyi giderme amacıyla yararlandırma kararı alınmasına gerek olmaksızın;
a) Çocuğun bakımını üstlenmiş olan kişi ya da ailenin geçici bir nedenle görevini yerine getirememesi halinde, çocuğun sürekli bir biçimde aileden alınmaksızın desteklenmesi, aile ortamına yeniden dönünceye veya başka bir koruyucu hizmetten yararlandırılmasına karar verilinceye kadar gece veya gündüz kalabileceği sosyal hizmet kuruluşlarından yararlanmasının sağlanmasına yönelik geçici bakım hizmetleri,
b) Çocuğun sağlığı, güvenliği, bakım veya eğitimine ilişkin giderlerin bakmakla yükümlü kimselerce karşılanamadığı durumlarda, çocuğa veya bu kimselere ayni ve nakdi yardım sağlanmasına yönelik sosyal yardım hizmetleri,
c) Çocuğun okul başarısını artırmak, örgün veya yaygın eğitime devamını sağlamak, fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimine ve yeteneğine uygun bir mesleğe yönlendirmek, bulunduğu aile, çevre ve topluma uyumunu sağlamak amacıyla çocuğa ve bakımından sorumlu olan kimselere yönelik rehberlik hizmetleri,
şeklinde sunulabilir.
Koruyucu hizmetler
Madde 6- Koruyucu hizmetler; alınacak yararlandırma kararlarına bağlı olarak çocuğun içinde bulunduğu tehlikeden uzaklaştırılması ve bulunduğu yerden alınması suretiyle;
a) Çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun yaşına, fiziki gelişimine ve kurum bakımı altına alınma gerekçesine uygun sosyal hizmet kuruluşlarına yerleştirilmesine yönelik bakım hizmetleri,
b) Barınma yeri olmayan çocuk annelere veya hayatı tehlikede olan onsekiz yaşından küçük hamile kadınlar ile bunların çocuklarına uygun barınma yeri sağlamaya yönelik barınma hizmetleri ile mülteci, sığınmacı veya göçmen durumunda bulunan refakatsiz küçüklerin acil ve insani gereksinimlerinin karşılanmasına, ihtiyaç duydukları barınma, sağlık, psikolojik ve sosyal destek, eğitim ve hukuki yardım hizmetlerinin imkânlar ölçüsünde sağlanmasına, çocuğun ailesi ile yeniden bir araya gelebilmesine ve bu amaçla resmi ve özel kurumlar yanında uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapılmasına yönelik geçici sığınma hizmetleri,
c) Çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye yönelik danışmanlık hizmetleri,
ç) 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu hükümlerine uygun olarak hakkında bakım tedbiri kararı verilen veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak bakım hizmetlerinden yararlandırılması uygun bulunan çocuğun bir aile ortamında yetiştirilmesi amacıyla, bu Kanun hükümlerine ve bu amaçla çıkarılacak yönetmelik hükümlerine uygun olarak ücretsiz veya ücret karşılığında bir koruyucu aile yanına yerleştirilmesine veya ulusal ve uluslararası evlat edindirme usulleri ile evlat edindirilmesine yönelik evlat edindirme hizmetleri ile koruyucu aile hizmetleri,
şeklinde sunulabilir.
Koruyucu hizmetlere ilişkin önlemler
Madde 7- Koruyucu hizmetlerin sunumunda;
a) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, alınan kararların yerine getirilmesinde ve yargılama sırasında çocuğun korunması amacıyla çocuğun kimliğinin ve bulunduğu yerin başkaları tarafından belirlenememesine,
b) Yakınları ile şahsi ilişki kurmasında sakınca görülen çocuk hakkında yapılacak sosyal incelemeyi müteakip, şahsi ilişkinin yeniden düzenlenmesine dair yeni bir karar verilinceye kadar çocuğun güvenli bir biçimde korunup bakılmasına,
c) Eğitiminin devam ettirilmesine,
ç) Uygun görülen koruyucu hizmetlerden yararlandırılmasına ve güvenliğine,
ilişkin her türlü önlem hazırlanacak sosyal inceleme raporunda belirtilir ve gerekli görülen önlemler sosyal hizmetler biriminin önerisi üzerine veya resen hâkim ya da mahkemece alınır.
Korunması gereken çocukların tespiti ve başvuru
Madde 8- Korunması gereken çocukları, mahalli mülki amirler, adli ve idari merciler, köy ve mahalle muhtarları, kamu kurum ve kuruluşları, kolluk kuvvetleri ile belediye zabıta memurları, sağlık ve eğitim kuruluşlarının görevlileri, sivil toplum kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler sosyal hizmetler birimine bildirmekle yükümlüdürler.
Herhangi bir çocuğun ana veya babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu olan kimse ya da çocuğun bizzat kendisi destekleyici hizmetlerden yararlanmak veya koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı alınmasını sağlamak üzere sosyal hizmetler birimine müracaat edebilir. Birimler kendilerine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhal yaparak sosyal inceleme raporunu düzenler. Söz konusu raporda çocuğun kurum bakımı altına alınması gerekip gerekmediği, sağlanabilecek diğer koruyucu ve destekleyici hizmetler ile çocuğun ailesine teslim edilip edilmeyeceği belirtilir. Koruyucu hizmetlerden yararlandırmak üzere karar alınmasını gerektiren durumlarda sosyal inceleme raporu yetkili aile ya da çocuk mahkemesi hâkimine sunulur. Bununla beraber koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya hâkim ya da mahkemece resen alınabilir. Karardan önce çocuk hakkında sosyal hizmetler biriminden sosyal inceleme raporu düzenlenmesi istenebilir.
Korunması gereken çocukların tespiti, sosyal incelemesi, bunların koruyucu ve destekleyici hizmetlerden yararlandırılması, sosyal hizmet kuruluşlarına yerleştirilmesi ve bu sosyal hizmet kuruluşlarına ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.
Gecikmesinde sakınca bulunan haller ve acil korunma kararı
Madde 9- Çocuğun derhal korunma ve bakım altına alınmasını gerektiren şartların varlığı halinde, sosyal hizmetler birimi çocuk hakkında yararlandırma kararı alınıncaya kadar, çocuğun kamu veya özel sosyal hizmet kuruluşlarında bakım ve korunma altına alınmasını sağlamak üzere mahalli mülki amire başvurur ve acil korunma kararı alınmasını sağlar.
Acil korunma kararı en fazla üç aylık süre ile sınırlı olmak üzere verilebilir. Bu süre içinde sosyal hizmetler birimince çocuk hakkında sosyal inceleme yapılır. Yapılan sosyal inceleme sonucunda çocuğun kurum bakımı altına alınması gerektiği sonucuna varılırsa, çocuk hakkında uygulanabilecek diğer koruyucu hizmetlere, çocuğun gerektiğinde ailesi ile kişisel ilişki tesisine ilişkin hususları içeren sosyal inceleme raporu hazırlanarak, çocuğun sosyal hizmet kuruluşlarında bakım ve korunma altına alınması için hâkime müracaat edilir. Çocuğun ailesine teslim edilip edilmeyeceğine, bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde kişisel ilişkinin tesisine veya uygun görülen başkaca bir koruyucu hizmete hâkim tarafından karar verilir.
Sosyal hizmetler birimi yaptığı inceleme sonucunda, çocuğun kurum bakımı altına alınmasına ve diğer koruyucu hizmetlerden yararlandırılmasına gerek olmadığı sonucuna varırsa, bu yöndeki görüşü ile sağlanabilecek diğer destekleyici hizmetlere ilişkin görüşünü içeren sosyal inceleme raporunu düzenleyerek, çocuk hakkında alınan acil korunma kararının kaldırılmasını mahalli mülki amirden talep eder ve uygun görülen diğer destekleyici hizmetlerin uygulanmasını sağlar.
Koruyucu aile hizmetleri ile evlat edindirme hizmetleri, bu Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine uygun olarak münhasıran Genel Müdürlük tarafından yerine getirilir.
Velayetin kaldırılması, velayetin nakli ve velayete ilişkin diğer hususlar
Madde 10- Mahkeme veya hâkim, korunması gereken çocuk hakkında, koruyucu hizmetlere ilişkin vereceği karar ile bu Kanunun 7 nci maddesinde belirtilen önlemlere ilişkin kararların yanında, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir. Bununla beraber, hakkında koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı alınacak çocuğun;
a) Ana ve babasının nerede olduğu bilinmiyorsa,
b) Ana ve babasının her ikisinin de ihmal veya istismarı nedeniyle çocuk hakkında yararlandırma kararı alınması gerekiyorsa,
c) Ana ve babasının deneyimsizliği, hastalığı, başka yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biri ile velayet görevini gereği gibi yerine getiremedikleri çocuk hakkında düzenlenen sosyal inceleme raporuyla belirlenmişse,
hâkim ya da mahkeme tarafından çocuk kurum bakımı altında kaldığı süre boyunca veya velayetin kaldırılması hakkında 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre bir karar verilinceye kadar velayetin sosyal hizmetler birimine nakline karar verilir.
Velayetin nakli kararı velayetin kaldırılması anlamına gelmez. Velayetin nakli kararı çocuk bakım hizmetinden yararlandığı sürece geçerli olup, çocuğun ailesi hakkında velayetin kaldırılmasına karar verilince ya da evlat edindirme hizmetlerinden yararlandırılmasına karar verilen çocuk için evlat edindirme kararı verilince kendiliğinden sona erer. Bu hususlara ilişkin olarak sosyal hizmetler birimince velayetin nakline karar veren mahkemeye bildirimde bulunulur.
Velayetin nakline karar veren hâkim ya da mahkeme velayetin nakli kararı ile birlikte biri il özel idaresi veya sosyal hizmetler biriminde görevli avukat olmak üzere en az iki kişiyi velayeti tenfiz memuru olarak atar. Velayeti tenfiz memuru olarak atanan avukatlar, korunması gereken ve hakkında velayetin nakli kararı verilen çocukların aynı zamanda müdafisi olup, herhangi bir işlem yapılmasına veya karar alınmasına gerek kalmaksızın korunması gereken çocuklara ilişkin yakalama, göz altına alınma, tutuklama ve diğer yargılamalar sırasında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre faaliyette bulunurlar. Bununla beraber velayeti tenfiz memuru olarak atanan avukatlar 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun vekâletname aranmasına ilişkin hükümleri ile ilgili diğer hükümlerinden bağımsız olmak üzere velayetin nakline karar verilen çocukların taraf olabileceği her türlü davada çocuğu temsil eder, hak ve menfaatlerini savunurlar.
Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkrasında belirtilen haller ayrık olmak üzere velayeti tenfiz memurlarının görev yetki ve sorumlulukları vasi gibidir. Bunların, denetiminde, izne tabi işlemlerinde, velayeti tenfiz memurlarının değiştirilmesinde ve diğer hususlarda 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun vesayete ilişkin hükümleri uygulanır.
Velayetin nakline karar verilmesinden sonra yetkili hâkim veya mahkemece velayetin kaldırılmasına karar verilmesi halinde velayetin nakli kararı kendiliğinden sona erer ve uygun görülen kimse vasi olarak atanır. Hâkim veya mahkeme gerekli gördüğü hallerde vasi atamak üzere sosyal hizmetler biriminden bir veya birden fazla vasi adayı göstermesini talep edebilir.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı ve yetkili mahkeme
Madde 11- Korunması gereken çocuklar hakkında alınacak tüm koruyucu hizmetlere ilişkin yararlandırma kararı, çocuğun menfaatleri bakımından kendisinin, ana, baba, vasisi veya birlikte yaşadığı kimselerin bulunduğu yerdeki aile mahkemesi hâkimince alınır.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 5 inci ve 45 inci maddeleri gereğince danışmanlık hizmetine, bakım hizmetine ve barınma hizmetine ilişkin olmak kaydıyla tedbir kararı şeklinde çocuk mahkemeleri veya haklarında kovuşturma başlatılmış çocuklar için çocuk ağır ceza mahkemeleri tarafından da alınabilir.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararlarının uygulanması, kararı veren hâkim veya mahkemece en geç üçer aylık sürelerle incelettirilir. Bunun haricinde hâkim veya mahkemece çocuğun koruyucu hizmetlerden yararlandırılmasına ilişkin olarak verilen kararların kaldırılması veya değiştirilmesi 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 7 nci maddesinin beşinci fıkrası ile 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen usule uygun olarak yapılır.
Gecikmesinde sakınca bulunan haller hariç olmak üzere, korunması gereken çocuğun bakım hizmetlerinden yararlandırılıp kurum bakımı altına alınmasına karar verilmesi halinde 10 uncu maddede belirtilen yetki uyarınca hâkim veya mahkeme çocuk üzerinde velayet hakkına sahip olanların velayetinin kaldırılıp kaldırılmayacağına veya nakline ve çocukla kurulacak şahsi münasebetlere ilişkin olarak karar verir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise bakım hizmetlerinden yararlandırmaya ilişkin karar velayete ve çocukla şahsi münasebet kurulmasına ilişkin kararlardan ayrı olarak verilebilir.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararında usul ve kanun yolu
Madde 12- Bu Kanunun 10 uncu maddesi ile 11 inci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen durumlar hariç olmak üzere, korunması gereken çocuklar hakkında duruşma yapılmaksızın koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı verilir. Ancak, hâkim veya mahkeme zaruret gördüğü hâllerde duruşma yapabilir. Korunması gereken çocukların koruyucu hizmetlerden yararlandırılmasına ilişkin duruşmalar gizli yapılır, hüküm de gizli açıklanır.
Yararlandırma kararı verilmesi ile ilgili olarak yapılacak duruşmalara, izlenecek usule, duruşmalarda hazır bulunabileceklere ve diğer hususlara ilişkin iş ve işlemler 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun 13 üncü ve 22 nci maddeleri hükümlerinin kıyasen uygulanması sureti ile yerine getirilir.
Mahkeme veya hâkim korunması gereken çocuk hakkında birden fazla koruyucu hizmetten yararlandırma kararı verebilir. Koruyucu hizmetin türü ve süresi kararda gösterilir.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararları ile 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu hükümlerine uygun olarak tedbir kararı şeklinde verilen yararlandırma kararlarına karşı itiraz yolu açıktır. Çocuk mahkemesi veya çocuk ağır ceza mahkemesi tarafından tedbir kararı şeklinde verilen yararlandırma kararlarında itiraz, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 14 üncü maddesine göre yapılır.
Aile mahkemeleri tarafından verilen yararlandırma kararlarına karşı itiraz, ilgililerin kararı öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe ile yapılır. Kararına itiraz edilen hâkim itirazı yerinde görürse kararını düzeltir, yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. Aile mahkemeleri tarafından verilen yararlandırma kararlarına karşı itiraz, kararı veren mahkemeye en yakın aile mahkemesi tarafından incelenip karara bağlanır.
İtiraz, kararın yerine getirilmesinin geri bırakılması sonucunu doğurmaz. Ancak, kararına itiraz edilen makam veya kararı inceleyecek merci, kararın yerine getirilmesinin geri bırakılmasına karar verebilir.
İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Ancak bu durum bu Kanunun 11 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen hükmün uygulanmasına engel değildir.
Çocuğun ana veya babaya, bakım ve gözetimi üzerine alan akrabaya teslimi
Madde 13- Hâkim veya mahkemece; çocuğun tehlike altında bulunmadığının tespiti halinde veya tehlike altında bulunmakla birlikte, ana ve babasının veya vasisinin ya da bakım ve gözetimi üzerine alan kimsenin danışmanlık hizmetinden yararlandırılması suretiyle tehlikenin bertaraf edilebileceğinin anlaşılması halinde, çocuğun hâkim veya mahkemece uygun görülen bu hizmetten yararlandırılmasına karar verilerek çocuk ana veya babaya veya vasiye ya da çocuğun bakım ve gözetiminden sorumlu olan kimselere sosyal hizmetler birimi aracılığı ile teslim edilir.
Çocuğun teslim edildiği kişiye çocuğun içinde bulunduğu tehlike, verilen bu kararın niteliği ve sonuçları, çocuğu koruma konusunda yapılması gerekenlerle diğer hususlar ihtar edilerek çocuğun teslim edildiği kimseden taahhütname alınır.
Koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararının süresi ve kaldırılması
Madde 14- Korunması gereken çocukların evlat edindirme ve danışmanlık hizmetlerinden yararlandırılmasına ilişkin kararlar hariç olmak üzere, koruyucu hizmetlerden yararlandırma kararı çocuk ergin olana kadar devam eder. Ancak bu karar, yararlandırma kararı alınmasına neden olan şartların ortadan kalkması halinde, çocuk hakkında düzenlenen sosyal inceleme raporu sonucuna göre sosyal hizmetler biriminin önerisi üzerine hâkim veya mahkemece çocuk ergin olmadan önce kaldırılabileceği gibi ergin olduktan sonra da çocuğun rızası alınmak şartıyla devamı hususunda karar verilebilir.
Ergin olduktan sonra yararlandırma kararının devamı aşağıda belirtilen şartlara bağlıdır.
a) Onsekiz yaşını tamamlamış olup hakkında yararlandırma kararı bulunan çocuklardan ortaöğrenime devam edenlerin yirmi yaşını dolduruncaya kadar; yükseköğrenime devam edenlerin yirmibeş yaşına kadar yararlandırma kararları uzatılabilir.
b) Öğrenime devam etmeyen onsekiz yaşını doldurmuş çocukların kendi kendilerine yeterli olabilmelerinin sağlanması amacıyla çocuğun müracaatı ve sosyal hizmetler biriminin hazırlayacağı sosyal inceleme raporuna göre yirmi yaşına kadar yararlandırma kararları uzatılabilir. Bunlardan yararlandırma kararı kalkmış ancak tek başına yaşamını sürdüremeyecek durumda bulunan kız çocukları, sosyal hizmet kuruluşlarınca himaye olunur.
c) Bedensel, zihinsel ve ruhsal özürleri nedeniyle sürekli bakıma ihtiyaç duyan ve çalışmaktan aciz olan çocukların yaralandırma kararı uzatılarak yaş ve özürlerine uygun kuruluşlarda bakımına devam edilir.
Yararlandırma kararı kaldırılan çocukların sosyal hizmet kuruluşları ve sosyal hizmet birimleri ile ilişkilerinin devamı sağlanır. Bu çocuklara gerektiğinde imkânlar ölçüsünde sosyal hizmet kuruluşlarınca yardımcı olunur.
Harçlık ve evlenme yardımı
Madde 15- Sosyal hizmet kuruluşlarında bakım ve korunma altında bulunan çocuklara miktarı ve ödenme şekli ilgili yönetmelikte belirtilmek üzere hiçbir kesinti yapılmaksızın net aylık harçlık verilir.
Çocuklara verilen harçlıklar, olumlu ya da olumsuz davranışlarda, yöntemi yönetmelikte belirlenmek üzere üçte bir oranında azaltılabilir veya artırılabilir.
Bakım hizmetinden yararlandırılması uygun görülen ve onsekiz yaşını bitirinceye kadar sosyal hizmet kuruluşlarında bakım ve korunma altında bulunan çocuklardan ilköğretim, lise veya yüksekokul mezunu olup evlenenlere, en son kayıtlı olduğu kuruluşun bulunduğu il özel idaresi bütçesinden bir defaya mahsus olmak üzere çeyiz ihtiyaçlarını karşılamak için en yüksek Devlet memuru aylığının ek gösterge dâhil iki katı, dört yıllık yüksek öğretim kurumlarından mezun olup evlenenlere ise on katı tutarında evlenme yardımı yapılır. Bu yardım hiçbir vergi, harç ve kesintiye tabi tutulmaksızın ödenir.
İşe yerleştirme
Madde 16- Kamu kurum ve kuruluşlarınca; bu Kanun gereğince bakım veya koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması uygun görülen ve onsekiz yaşını bitirinceye kadar sosyal hizmet kuruluşlarında veya koruyucu aile yanında bakım ve korunma altında bulunan çocuklar için her yıl başındaki, hangi statüde olursa olsun, serbest kadro mevcutlarının binde biri oranındaki kadrolar ayrılır. Kadroların ayrılmasını müteakip bu çocuklar için Devlet Personel Başkanlığının öngördüğü biçimde, yılda bir kez merkezi sınav yapılır. Sınav sonucunda başarılı olanlar arasından çocukların iş başvuru tercihleri de dikkate alınarak kamu kurum ve kuruluşlarınca atama yapılır.
Serbest kadro mevcudunun binden az olması halinde dahi kamu kurum ve kuruluşlarında en az bir çocuğun istihdam edilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması zorunludur. İşe yerleştirmede ana ve babasız olanlar ile yükseköğretim kurumlarından mezun olanlara öncelik verilir. Çocukların sınava katılmasına ilişkin giderler, çocuğun en son kayıtlı olduğu kuruluşun bulunduğu il özel idaresi bütçesinden karşılanır.
İşe yerleştirmeye ilişkin usul ve esaslar Devlet Personel Başkanlığı ile Genel Müdürlük tarafından müştereken hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Korunması gereken çocuklara ilişkin ödemeler
Madde 17 - Korunması gereken çocuklar için, yatılı özel sosyal hizmet kuruluşlarında sunulacak bakım hizmetinin karşılığı olarak bakım ücreti ödenir. Ödemelerin esasları ve miktarı her mali yıl başında Maliye Bakanlığınca belirlenir. Ancak her ay için çocuk başına ödenecek tutar, onaltı yaşından büyük işçiler için belirlenen net asgari ücretin dört katından fazla olamaz. Bu çocuklara ayrıca giyim, kuşam, harçlık ve kırtasiye ödemesi yapılmaz, bu tür giderler çocuğun koruma ve bakım altında bulunduğu özel sosyal hizmet kuruluşu tarafından karşılanır. Bu çocukların tedavi, tıbbi bakım, ilaç, protez ve benzeri tıbbi giderleri il özel idarelerinin bütçelerine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Topluma Yönelik Hizmetler
Topluma yönelik hizmetler
Madde 18- Topluma yönelik hizmetler; yaşlı, özürlü, kadın ve ailenin karşılaştığı ekonomik, psikolojik ve sosyal sorunların giderilmesi, sosyal hayata uyum ve katılımlarının sağlanarak toplum refahının artırılmasına yönelik hizmetleri kapsar.
Yaşlılara yönelik hizmetler
Madde 19- Yaşlılara yönelik hizmetler;
a) Yaşlıların yaşamlarını huzur ve güven içinde sürdürmeleri amacıyla kendi kendilerini idare edebilecek şekilde bakımlarının, özel bakım ve rehabilitasyona ihtiyaç duyanların ise bakım ve rehabilitasyonlarının sağlandığı yatılı bakım ve rehabilitasyon hizmetleri,
b) Yaşlıların yaşam kalitesini, sosyal ilişkilerini ve aktivitelerini artırmak, boş zamanlarını değerlendirmek, sosyal, psikolojik ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasında rehberlik ve mesleki çalışmalar yapmak amacıyla sunulan gündüzlü bakım hizmetleri,
c) Akıl ve ruh sağlığı yerinde olan, tıbbi bakıma ihtiyacı olmayan ve herhangi bir özürü bulunmayan yaşlının evde bakımı ile ilgili olarak yetersiz kalınan durumlarda, yaşlının evde yaşam ortamının iyileştirilmesi ve günlük yaşam faaliyetlerine yardımcı olunması amacıyla sunulan sosyal, psikolojik destek hizmetlerinden oluşan evde bakım hizmetleri,
şeklinde sunulabilir.
Sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmayan bakıma muhtaç yaşlılardan, ailesini kaybetmiş olanlar ile ailesi ekonomik veya sosyal yoksunluk içerisinde bulunanlara bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin sosyal hizmet kuruluşlarında ya da ikametlerinde verilmesi sağlanır. Bu durumdaki yaşlılar için, özel sosyal hizmet kuruluşlarında veya yaşlının ikametinde sunulacak yatılı bakım ve rehabilitasyon ile evde bakım hizmetinin karşılığı olarak bakım ücreti ödenir. Ödemelerin esasları ve miktarı her mali yıl başında Maliye Bakanlığınca belirlenir. Ancak her ay için kişi başına ödenecek miktar, onaltı yaşından büyük işçiler için belirlenen net asgari ücretin iki katından fazla olamaz.
Yaşlılara yönelik hizmetlerin kapsamı, hizmetten yararlanacaklar ve bu hizmetleri verecek olan kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşlarının izin, çalışma usul ve esasları, denetlenmeleri ile diğer hususlar Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Özürlülere yönelik hizmetler
Madde 20- Özürlülere yönelik hizmetler; bakıma muhtaç özürlülere 5378 sayılı Kanuna uygun olarak sunulan yatılı bakım ve rehabilitasyon hizmetleri ile evde bakım hizmetlerini kapsar.
Sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmayan bakıma muhtaç özürlülerden, ailesini kaybetmiş olanlar ile ailesi ekonomik veya sosyal yoksunluk içerisinde bulunanlara yatılı bakım ve rehabilitasyon hizmetinin sosyal hizmet kuruluşlarında ya da ikametlerinde verilmesi sağlanır. Bu durumdaki özürlüler için, özel sosyal hizmet kuruluşlarında veya özürlünün ikametinde sunulacak yatılı bakım ve rehabilitasyon ile evde bakım hizmetinin karşılığı olarak bakım ücreti ödenir. Ödemelerin esasları ve miktarı her mali yıl başında Maliye Bakanlığınca belirlenir. Ancak her ay için kişi başına ödenecek miktar, onaltı yaşından büyük işçiler için belirlenen net asgari ücretin dört katından fazla olamaz.
Bakıma muhtaç özürlülere sunulacak yatılı bakım ve rehabilitasyon ile evde bakım hizmetlerinin kapsamı ve bu hizmetleri verecek olan gerçek ve tüzel kişilerin izin, çalışma usul ve esasları, denetlenmeleri ile diğer hususlar Genel Müdürlüğün koordinatörlüğünde, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Özürlüler İdaresi Başkanlığınca müştereken hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Kadına yönelik hizmetler
Madde 21- Kadına yönelik hizmetler;
a) Korunma gereksinimi olan kadınlara psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi süresince geçici yatılı bakım ve koruma hizmeti sağlanmasına yönelik koruma ve barınma hizmetleri,
b) Yoksulluk içinde olup da temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hayatlarını en düşük seviyede dahi sürdürmekte güçlük çeken kadınlara bütçe imkânları dâhilinde ayni ve nakdi yardım yapılmasına yönelik sosyal yardım hizmetleri,
c) Ailede yaşanan psikolojik ve sosyal sorunların çözümüne yardımcı olmak üzere, bilimsel yöntemler ve sistemli mesleki çalışmalarla yürütülen psikolojik ve sosyal hizmetlerden oluşan danışmanlık hizmetleri,
şeklinde sunulabilir.
Aileye yönelik hizmetler
Madde 22- Aileye yönelik hizmetler;
a) Ailenin bütünlüğünün korunması, ailenin yaşadığı ekonomik sıkıntıların giderilmesi amacıyla ayni ve nakdi yardım yapılmasına ilişkin sosyal yardım hizmetleri,
b) Göç süreci sonrasında kente uyum sorunu yaşayan ailelerin yeniden kentleşme ve sosyalleşmelerini, kentin imkânlarından eşit şekilde yararlanmalarını amaçlayan aile danışmanlığı hizmetleri ile destekleyici programları kapsayan danışmanlık hizmetleri,
c) Ailenin gelişmesi, aile üyelerinin katılımcı, üretken ve kendine yeterli hale gelmesi amacıyla sunulan koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici geliştirme ve destek hizmetleri,
şeklinde sunulabilir.
Toplum refahına yönelik hizmetler
Madde 23- Toplum refahına yönelik hizmetler; toplumda herhangi bir nedenle üretim sürecine katılamayanların, toplumdan dışlananların ve sosyal risk altında kalanların, toplumun mevcut şartlarına uyumlarının ve katılımlarının sağlanmasına yönelik sosyal yardım, danışma ve toplumsal kalkınma çalışmalarını içeren hizmetleri kapsar.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Özel Sosyal Hizmet Kuruluşları
Özel sosyal hizmet kuruluşları
Madde 24- Korunması gereken çocuklara yönelik hizmet sunacak olan özel sosyal hizmet kuruluşları, ilgili yönetmelikte belirtilecek usul ve esaslara uygun olmak ve aşağıda belirtilen şartları taşımak kaydıyla ancak dernek ve vakıflar tarafından açılabilir.
a) Bu Kanun kapsamında yer alan hizmet ve faaliyetleri amaç edinmiş olmak,
b) Bu hizmetlerle ilgili olarak en az üç yıl faaliyette bulunmuş olmak,
c) En yüksek Devlet memuru aylığının ek gösterge dâhil elli katı tutarında teminatı yatırmış olmak.
Diğer özel sosyal hizmet kuruluşları ise, ilgili yönetmelikte belirtilecek usul ve esaslara uymak şartıyla, bu Kanun kapsamında yer alan faaliyetleri amaç edinen ve bu amaçla en az üç yıldan beri faaliyette bulunan dernek ve vakıflar tarafından ya da en yüksek Devlet memuru aylığının ek gösterge dâhil yüz katı teminatı yatıran gerçek kişiler ile dernek ve vakıflar haricinde kalan özel hukuk tüzel kişileri tarafından açılabilir.
Bu madde hükmü uyarınca yatırılacak teminatın ödenme usul ve şekli, teminatın Hazineye gelir kaydedilmesine ya da iade edilmesine, yatırılan teminatta zaman içinde oluşabilecek değer kayıplarının giderilip yeniden değerleme yapılmasına ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Kuruluş ve Görevler
Kuruluş
Madde 25- Bu Kanunun uygulanmasını sağlamak ve kanunla kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler Kurumu Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Başbakan, bu teşkilatın yönetimi ile ilgili yetkilerini gerekli gördüğü takdirde bir bakan vasıtasıyla kullanabilir.
Genel Müdürlüğün görevleri
Madde 26- Genel Müdürlüğün görevleri şunlardır:
a) Sosyal hizmetlere ilişkin ulusal politikaların oluşmasına katkıda bulunmak,
b) Sosyal hizmetlerle ilgili ilke, usul ve esaslar ile standartları belirlemek,
c) Çocukla ilgili tüm girişimlerde çocuğun yüksek yararının gözetilmesini sağlayacak koruyucu, önleyici ve çözümleyici tüm iş ve işlemlere ilişkin ilke ve esasları belirlemek,
ç) Sosyal hizmetleri sunmakla görevli kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşlarına yol gösterecek plan ve programlar oluşturmak ve rehberlik etmek, kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşlarının açılışı, işleyişi ve denetimiyle ilgili ilke, usul ve standartları belirleyerek koordine etmek ve yürütmek, bu konulara ilişkin düzenleyici işlemlerle ilgili hazırlık çalışmalarını yapmak,
d) Özel sosyal hizmet kuruluşlarına yapılacak ödemelere ilişkin ilke, usul ve esasları belirlemek,
e) Kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşları ile bu kuruluşlarca sunulan sosyal hizmet uygulamalarının kontrol ve denetimini yapmak, denetim sonucunda bu Kanunda belirtilen usul ve esaslar dâhilinde hizmet sunamadığı tespit edilen sosyal hizmet kuruluşlarının faaliyetinin durdurulması, hizmet alanların başka kuruluşlara nakli ve benzeri diğer hususlarda gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak,
f) Sosyal hizmetlere ilişkin konularda ilgili bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlamak,
g) Sosyal hizmet politikalarının oluşturulabilmesi, hizmetin nitelik ve niceliklerinin artırılması amacıyla sosyal hizmetlerden yararlananlarla ilgili merkezi bilgi sistemini kurmak ve bilgi yönetim sistemini geliştirmek, ilgili kurum ve kuruluşlarla ortak veri tabanı oluşturmak,
ğ) Sosyal hizmetlere ilişkin uluslararası antlaşma, sözleşme ve protokol hükümlerinin ülkemizdeki uygulama biçimlerini izlemek ve uygulanmasını sağlamak, aile birleşimi, uluslararası evlat edinme gibi uluslararası sosyal hizmet uygulamalarını takip etmek,
h) Sosyal hizmetler alanlarına ilişkin olarak faaliyette bulunan uluslararası kuruluşlarca düzenlenen toplantı, kongre, sempozyum ve konferanslara katılarak alınan kararları ilgili kuruluşlara iletmek,
ı) Sosyal hizmetlerle ilgili alanlarda araştırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, yayın, yayım ve halkla ilişkiler faaliyetlerinde bulunmak, ulusal ve uluslararası kongre, sempozyum ve konferanslar düzenlemek,
i) Sosyal hizmet alanında faaliyette bulunan veya bulunmak isteyen kişi, kurum ve kuruluşlarla gönüllü kuruluşları teşvik edici mekanizmaların oluşturulmasına yardımcı olmak ve bu alanda yapılacak faaliyetlere rehberlik etmek,
j) Sosyal hizmet alanındaki uygulamaları yerine getirmek için gerekli olan personelin temini amacıyla sertifika programları düzenlemek ve düzenletmek,
k) Toplumun gelişen ve değişen koşullarına göre sosyal hizmetler alanında ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılamak üzere, sosyal hizmetler alanında alınması gereken yeni tedbirleri ortaya koyacak programları geliştirmek, yeni hizmet modelleri oluşturmak, bu yeni hizmet modellerinin uygulanacağı sosyal hizmet kuruluşlarının çalışma usul ve esaslarına, açılış iznine, her türlü standartlarına ve işleyişine, varsa ücret tarifelerine ilişkin esasları belirlemek,
l) Ulusal ve uluslararası evlat edinme işlemlerine aracılık etmek, bu alana ilişkin usul ve esaslar ile koruyucu aile hizmetlerine ilişkin faaliyetlerin usul ve esaslarını belirlemek, bu faaliyetlerin düzenlenmesini ve denetlenmesini sağlamak.
m) Sosyal hizmet alanlarında hizmet veren kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilere ait kuruluşlarda istihdam edilecek personelin yetiştirilmesine yönelik eğitim programlarının ve diğer programların oluşturulması ile bunlara yönelik hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesinde danışmanlık yapmak.
ALTINCI BÖLÜM
Teşkilat
Genel Müdürlüğün teşkilatı
Madde 27- Genel Müdürlüğün teşkilatı ana hizmet birimleri ile danışma ve yardımcı hizmet birimlerinden oluşur.
Genel Müdürlüğün teşkilatı ek (1) sayılı cetvelde gösterilmiştir.
Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcıları
Madde 28- Genel Müdür, Genel Müdürlüğün en üst amiri olup Genel Müdürlük hizmetlerini mevzuat hükümlerine, Genel Müdürlüğün amaç ve politikalarına, stratejik planına, performans ölçütlerine ve hizmet kalite standartlarına uygun olarak düzenler ve yürütür.
Genel Müdür, bu Kanunda belirtilen hizmetlerin yürütülmesinden Başbakan veya Bakana karşı sorumludur.
Ana hizmet birimleri ile danışma ve yardımcı hizmet birimleri arasındaki koordinasyonu sağlamak ve bu birimlerin denetiminde Genel Müdüre yardımcı olmak üzere, iki Genel Müdür Yardımcısı atanabilir. Genel Müdür Yardımcıları, Genel Müdür tarafından verilen görevleri yerine getirir ve Genel Müdüre karşı sorumludur.
Ana hizmet birimleri
Madde 29- Genel Müdürlüğün ana hizmet birimleri şunlardır:
a) Çocuk Hizmetleri Daire Başkanlığı,
b) Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Daire Başkanlığı,
c) Yaşlı Hizmetleri Daire Başkanlığı,
ç) Özürlü Hizmetleri Daire Başkanlığı,
d) Eğitim ve Araştırma Daire Başkanlığı,
e) Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı,
f) Rehberlik ve Denetim Daire Başkanlığı.
Çocuk Hizmetleri Daire Başkanlığı
Madde 30- Çocuk Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Çocuklara yönelik politikalar oluşturulmasına katkıda bulunmak,
b) Çocuklara yönelik hizmetlerin ilke, usul ve esaslarını belirlemek,
c) Çocuklara yönelik hizmet sunan kuruluşlara ilişkin verileri toplamak,
ç) Çocuklara ilişkin konularda görüş oluşturmak,
d) Evlat edindirme ve koruyucu aile hizmetlerini koordine etmek,
e) 16 ncı madde gereğince işe yerleştirme işlemlerinin koordinasyonunu sağlamak,
f) 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda belirtilen koruyucu ve destekleyici tedbirlerle ilgili olarak koordinasyonu sağlamak,
g) Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulunun sekreterya görevini yürütmek,
ğ) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Daire Başkanlığı
Madde 31- Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce kadına, aileye ve topluma götürülecek koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici sosyal hizmetlerin yürütülmesi ve koordinasyonu ile göçmen, evsiz ve afetzedelere yönelik sosyal hizmetlerin yürütülmesini ve koordinasyonunu sağlamak,
b) Sosyal hizmetler alanında çalışan gönüllü kuruluşlara ilişkin ilke ve esasları belirlemek,
c) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Yaşlı Hizmetleri Daire Başkanlığı
Madde 32- Yaşlı Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Yaşlılara yönelik politikalar oluşturulmasını sağlamak,
b) Yaşlıya sunulan sosyal hizmet modellerini geliştirmek,
c) Yaşlıların toplumla bütünleşmesine, statü ve rollerinin yeniden kazanımına, işlevlerinin artırılmasına, boş zamanlarının etkili bir biçimde değerlendirilmesine ilişkin mekanizmalar oluşturmak,
ç) Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce yaşlılara götürülecek hizmetlerin usul, esas ve standartlarını belirlemek,
d) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Özürlü Hizmetleri Daire Başkanlığı
Madde 33- Özürlü Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Bakıma muhtaç özürlülere yönelik politikaların oluşturulmasına katkıda bulunmak,
b) Bu Kanun kapsamında kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce özürlülere götürülecek hizmetlerin usul, esas ve standartlarını belirlemek,
c) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Eğitim ve Araştırma Daire Başkanlığı
Madde 34- Eğitim ve Araştırma Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün eğitim planını hazırlayarak, araştırma, eğitim ve yayın hizmetlerini düzenlemek ve değerlendirmek,
b) Kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülen sosyal hizmetlerde görev alan personelin eğitiminin usul ve esaslarını belirlemek,
c) İhtiyaç ve talep doğrultusunda, sosyal hizmet alanında çalışan kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşlarına yönelik hizmet içi eğitim ve sertifika programları hazırlamak, hazırlatmak, bu programların uygulanmasını sağlayarak hizmet içi eğitim ve sertifika programları ile ilgili ilke usul ve esasları belirlemek,
ç) Sosyal hizmetler alanına giren konularda araştırma ve incelemeler yapmak, yaptırmak, toplum bilincinin geliştirilmesi ve toplumun eğitilmesi için gerekli eğitim programlarını hazırlamak,
d) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı
Madde 35- Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Kurumun uluslararası sosyal hizmet çalışmalarını ilgili birimlerin koordinesinde planlamak, değerlendirmek ve uygulamak,
b) Sosyal hizmetler ve sosyal yardımlarla ilgili olarak yapılacak uluslararası çalışmaların eşgüdümünü sağlamak,
c) Avrupa Birliği ile ilgili sosyal hizmet çalışmalarını yürütmek,
ç) Uluslararası sosyal hizmet kuruluşlarıyla işbirliğinde bulunmak,
d) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Rehberlik ve Denetim Daire Başkanlığı
Madde 36- Rehberlik ve Denetim Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Sosyal hizmetleri sunmakla görevli kamu ve özel sosyal hizmet kuruluşlarına yol gösterecek plan ve programlar oluşturulmasına katkıda bulunmak ve rehberlik yapmak,
b) Sosyal hizmet alanında faaliyette bulunan veya bulunmak isteyen kişi, kurum ve kuruluşlarla, gönüllü kuruluşları teşvik edici mekanizmaların oluşturulmasına yardımcı olmak ve bu alanda yapılacak faaliyetlere ve alanda çalışan meslek elemanlarına rehberlik etmek,
c) Sosyal hizmet kuruluşlarının faaliyet ve işlemlerinde hataların önlenmesini, yönetim ve kontrol sistemlerinin geçerli, güvenilir ve tutarlı hale gelmesini sağlamak,
ç) Sosyal hizmet kuruluşlarınca sunulan hizmetlerin kontrol ve denetimini yapmak, sunulan hizmetlerin süreç ve sonuçlarını mevzuata, önceden belirlenmiş amaç ve hedeflere, performans ölçütlerine ve kalite standartlarına göre analiz etmek, karşılaştırmak ve ölçmek, kanıtlara dayalı olarak değerlendirmek, elde edilen sonuçları rapor haline getirerek ilgililere iletmek,
d) Bu Kanun kapsamında hizmet sunan sosyal hizmet kuruluşları ile sosyal hizmetlerden yararlananlara ilişkin olarak ortak veri tabanı oluşturmasına katkıda bulunmak,
e) Genel Müdürlük makamınca verilecek benzeri görevleri yapmak.
Danışma ve yardımcı hizmet birimleri
Madde 37- Genel Müdürlüğün danışma birimleri, Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı ile Hukuk Müşavirliği; yardımcı hizmet birimi ise İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığından oluşur.
Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı
Madde 38- Strateji Geliştirme Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Ulusal kalkınma strateji ve politikaları, yıllık program ve hükümet programı çerçevesinde Genel Müdürlüğün orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarının belirlenmesine katkıda bulunmak amacıyla gerekli çalışmaları yapmak,
b) Genel Müdürlüğün görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek ve bu kapsamda verilecek diğer görevleri yerine getirmek,
c) Genel Müdürlüğün bütçesini stratejik plana ve yıllık hedeflere göre hazırlamak; Genel Müdürlüğün faaliyetlerinin bunlara uygunluğunu izlemek ve değerlendirmek,
ç) Genel Müdürlüğün yönetimi ile hizmetlerinin geliştirilmesi ve performansla ilgili bilgi ve verileri toplamak, analiz etmek, yorumlamak ve yıllık faaliyet raporlarını hazırlamak,
d) Üst yönetimin iç denetime yönelik işlevinin etkililiğini ve verimliliğini artırmak için gerekli hazırlıkları yapmak,
e) Genel Müdürlüğün görev alanına giren konularda hizmetleri etkileyecek dış faktörleri incelemek, kurum içi kapasite araştırması yapmak, hizmetlerin etkililiğini ve tatmin düzeyini analiz etmek ve genel araştırmalar yapmak,
f) Yönetim bilgi sistemlerine ilişkin hizmetleri yerine getirmek,
g) 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 60 ıncı maddesine göre mali hizmetler birimine verilen görevleri yerine getirmek,
ğ) 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununa göre yapılacak bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru bir şekilde sonuçlandırmak üzere gerekli tedbirleri almak,
h) Genel Müdürlük makamınca verilecek diğer görevleri yapmak.
Hukuk Müşavirliği
Madde 39- Hukuk Müşavirliğinin görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlük, Genel Müdürlük birimleri ve diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından gönderilen kanun, tüzük ve yönetmelik taslakları ile diğer hukuki konular hakkında görüş bildirmek,
b) Genel Müdürlüğün menfaatlerini koruyucu, anlaşmazlıkları önleyici hukuki tedbirleri zamanında almak, anlaşma ve sözleşmelerin bu esaslara uygun olarak yapılmasına yardımcı olmak,
c) 8/1/1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre adli ve idari davalarda gerekli bilgileri hazırlamak, taraf olduğu idari davalarda Genel Müdürlüğü temsil etmek veya adli davaları takip ve koordine etmek,
ç) Genel Müdürlük makamınca verilecek diğer görevleri yapmak.
İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı
Madde 40- İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün insan gücü politikası ve planlaması konusunda çalışmalar yapmak, tekliflerde bulunmak,
b) Genel Müdürlük personelinin atama, nakil, sicil, kadro, terfi, ücret, emeklilik ve benzeri özlük işlemlerini yürütmek,
c) Genel Müdürlük hizmetlerinin gerektirdiği her türlü yapma, yaptırma, satın alma, kiralama, bakım ve onarım, arşiv, sağlık ve benzeri idari ve mali hizmetleri yürütmek,
ç) Taşınır ve taşınmaz mal kayıtlarını tutmak,
d) Genel Müdürlük sivil savunma ve seferberlik hizmetlerini planlamak ve yürütmek,
e) Genel Müdürlük makamınca verilecek diğer görevleri yapmak.
YEDİNCİ BÖLÜM
Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu
Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu
Madde 41– Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu, Genel Müdürün başkanlığında aşağıdaki üyelerden oluşur.
a) Adalet, Dışişleri, İçişleri, Milli Eğitim, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Kültür ve Turizm Bakanlıkları ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığını temsilen en az daire başkanı düzeyinde birer üye;
b) Genel Müdürlük, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığını temsilen en az daire başkanı düzeyinde birer üye,
c) Çocuk hakları ve çocuk refahı alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerini temsilen Genel Müdürün teklifi, Başbakanın onayı ile görevlendirilecek başkan düzeyinde beş üye,
ç) Genel Müdürün teklifi, Başbakanın onayı ile yedi coğrafi bölge esas alınarak her bölgeyi temsilen vali yardımcısı düzeyinde illerin kendi aralarında seçtikleri birer üye,
d) Yedi coğrafi bölge esas alınarak, her bölgeyi temsilen illerin kendi aralarında seçtikleri, kendini ifade edebilecek yaş grubundan uygun birer çocuk üye,
e) Çocuk hakları ve çocuk refahı alanında çalışmalarıyla tanınmış üniversite öğretim üyeleri arasından Genel Müdürün teklifi, Başbakanın onayı ile görevlendirilecek üç üye.
Kurulun görevleri
Madde 42- Kurulun görevleri şunlardır:
a) Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ulusal düzeyde uygulanmasını izlemek, gerekli eşgüdüm çalışmalarının yürütülmesini sağlamak ve ulusal gelişme raporlarını hazırlamak, çocuk hakları ile ilgili konularda istatistiklerin tutulmasını sağlamak,
b) Çocuk hakları ile ilgili konularda temel politika ve stratejilerin oluşturulması yönünde önerilerde bulunmak.
Kurulun çalışma usul ve esasları Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Personel Rejimi
Personel statüsü
Madde 43- Genel Müdürlükte Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, Sosyal Hizmetler Denetçisi ve Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcısı kadroları karşılık gösterilmek kaydıyla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilir. Bu suretle çalıştırılacakların sözleşme usul ve esasları ile unvanlar itibarıyla yer alan taban ve tavan ücretleri ve her çeşit ödemeler Bakanlar Kurulunca tespit edilir. Başbakanlık merkez teşkilatında sözleşmeli olarak çalıştırılan emsali personelin yararlandığı ücret artışlarından Genel Müdürlükte çalışan sözleşmeli personel de aynen yararlandırılır. Söz konusu personele, çalıştıkları günlerle orantılı olarak hastalık ve yıllık izinleri dâhil ocak, nisan, temmuz ve ekim aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bunlardan üstün gayret ve çalışmaları sonucunda emsallerine göre başarılı çalışma yaptıkları tespit edilenlere Genel Müdürün teklifi ve Başbakanın onayı ile haziran ve aralık aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarına kadar teşvik ikramiyesi ödenebilir. Kadro karşılığı sözleşme ile çalıştırılacak personel, istekleri üzerine Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilgilendirilir.
Sosyal Hizmetler Denetçisi ve Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcısı
Madde 44- Genel Müdürlük bu Kanunda sayılan görevlerin yerine getirilmesinde Sosyal Hizmetler Denetçisi ve Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcısı istihdam eder. Sosyal Hizmetler Denetçisi ve Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcılarının % 70’ i en az dört yıllık eğitim veren fakülte ve yüksekokulların; sosyal hizmet, çocuk gelişimi ve eğitimi, psikoloji, sosyoloji, fizyoterapi bölümlerinden, % 30’ u eğitim, tıp, hukuk, siyasal bilgiler, işletme, kamu yönetimi, iktisat ve idari bilimler, mühendislik ve mimarlık bölümlerinden veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış yurt dışındaki fakülte veya yüksekokul mezunları arasından atanır.
Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcılığına atanabilmek için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde sayılan ve yukarıda belirtilen eğitim şartlarına ilave olarak yapılacak yarışma ve yeterlilik sınavında başarılı olmak, sınavın yapıldığı yılın ocak ayının ilk gününde otuz yaşını doldurmamış olmak ve kamu personeli dil sınavında en az (C) düzeyinde başarılı olmak şartları aranır.
Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcılığına atananlar, üç yıl çalışmak, olumlu sicil almak ve tez hazırlamak kaydıyla Sosyal Hizmetler Denetçiliğine atanmak için açılacak yeterlik sınavına girme hakkını kazanırlar. Sınavda başarılı olanlar Sosyal Hizmetler Denetçisi unvanını alırlar. Başarılı olamayanlar bir yıl içinde ikinci kez sınava tabi tutulurlar. İki defa yeterlik sınavında başarılı olamayanlar, Genel Müdürlükteki eğitimlerine uygun kadrolara atanırlar.
Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcılığı sınavı, tez hazırlama ile Sosyal Hizmetler Denetçisi sınavının şekli ve uygulama esasları ile Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcılarının eğitimlerinin süre, esas ve usulleri yönetmelikle düzenlenir.
Atamalar
Madde 45- 23/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Kanun kapsamı dışında kalan memurlardan Hukuk Müşavirleri ile Daire Başkanları, Genel Müdürün teklifi üzerine Başbakan veya Bakanın onayı, diğer personel ise Genel Müdürün onayı ile atanır.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Çeşitli Hükümler
Korunmaya, bakıma, yardıma ihtiyaç duyanların tespit ve incelenmesi
Madde 46- Sosyal hizmet sunumuyla görevlendirilen kamu kurum ve kuruluşları; bu Kanun kapsamında sunulan hizmetlerle ilgili olarak korunmaya, bakıma, yardıma ve desteğe gereksinim duyan çocuk, kadın, aile, yaşlı, özürlü ve bakıma muhtaç kişileri sosyal hizmetler birimleri aracılığı ile tespit ve incelemekle görevlidir. Bu kişilerin sosyal hizmet birimlerine duyurulması ve incelemenin sağlanmasına ilişkin olarak, mahalli mülki amirler, sağlık kuruluşları görevlileri, genel kolluk kuvvetleri ve belediye zabıta memurları ile köy muhtarları görevli ve yükümlüdürler.
Bu kişilere yönelik olarak sosyal hizmetler birimlerince yapılacak inceleme ve tespitin usul ve esasları ile bunların sosyal hizmetlerden yararlandırılmasına ilişkin usul ve esaslar Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.
Bilgi alma yetkisi
Madde 47- Genel Müdürlük sosyal hizmetlerle ilgili olarak gerekli gördüğü bilgileri kamu kurum ve kuruluşlarından ve diğer gerçek ve tüzel kişilerden doğrudan istemeye yetkilidir. Kendilerinden bilgi istenen kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler bu bilgileri mümkün olan en kısa zamanda Genel Müdürlüğe vermekle yükümlüdür. Bu suretle elde edilen bilgilerden sır mahiyetinde olanların gizliliğine riayet edilir.
Bilgi arşivleme
Madde 48- Genel Müdürlüğün görevlerine ilişkin her türlü işlem elektronik veya bilgi işlem ortamında yapılabilir ve arşivlenir. Genel Müdürlük her türlü işlemi internet dâhil manyetik ortamda yapabilir, elektronik imza kullanabilir. Elektronik veya bilgi işlem ortamında yapılan işlemlerin ve arşivlenen bilgilerin tespit ve tevsikinde bilgi işlem kayıtları esas alınır. Genel Müdürlük tarafından bilgi işlem ortamında tutulan bilgiler adli ve idari merciler nezdinde geçerlidir. Bilgi işlem kayıtlarına itiraz edilmesi halinde ispat mükellefiyeti itiraz edene aittir.
Suç işlenmesi hali
Madde 49- Bu Kanun kapsamına giren sosyal hizmet kuruluşlarında bakım ve koruma altındaki özürlü, yaşlı, kadın ve çocuklar ile koruyucu aile yanında bulunan korunması gereken çocuklara karşı herhangi bir suç işleyenler sosyal hizmetler ve sosyal yardım alanlarında hiçbir şekilde görev alamazlar; çocuğa karşı suç işleyen koruyucu aile bireylerine ise bir daha çocuk koruması ve bakımı görevi verilmez.
Araştırma ve proje hazırlatma
Madde 50- Genel Müdürlük, görevleri ile ilgili olarak araştırma, etüt ve proje hazırlama işlerini yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere sözleşme ile yaptırabilir, uygulamalı projelere destek verebilir.
Genel Müdürlüğün sembolü
Madde 51- Mülga 2828 sayılı Kanun uyarınca Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünce kullanılan sembol ile Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumuna ait sembol münhasıran Genel Müdürlük tarafından kullanılabilir.
Genel Müdürlüğün sembolü, biçimi, boyutları ve ilgili diğer usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.
Gönüllülük ve onurlandırma
Madde 52- Sosyal hizmet kuruluşlarınca yürütülmekte olan sosyal hizmet faaliyetlerine gerçek ve tüzel kişilerin her türlü maddi ve manevi katkı ve katılımının sağlanmasına ilişkin işlemler ile kuruluşlara önemli hizmet ve katkıları geçenlerin onurlandırılmasına ilişkin işlemlerin ilke, usul ve esasları İçişleri Bakanlığı ile Genel Müdürlük tarafından müştereken hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.
Açılış izni ve standartlar
Madde 53- Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce, bu Kanun kapsamına giren sosyal hizmet kuruluşlarının kurulmasına, teşvik edilmesine, bu kuruluşların açılış izinlerinin verilmesine, bu Kanunun 17 nci, 19 uncu ve 20 nci maddelerinde belirtilen bakım ücretleri dışında kalan ücret tarifelerinin tespitine ve diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar ile bu kuruluşların hizmet ve personel standartları Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.
Rehberlik ve denetleme esasları
Madde 54- Sosyal hizmet kuruluşları en az yılda bir defa Genel Müdürlükçe denetlenir ve rehberlikte bulunulur. İlgililer rehberlik ve denetlemeler sırasında denetim ve rehberlik elemanlarına her türlü kolaylığı göstermekle yükümlüdürler. Rehberlik ve denetlemenin usul ve esasları Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Koordinasyon ve işbirliği
Madde 55- Genel Müdürlük, sosyal hizmet kuruluşlarının kurulmasında, hizmet programlarının oluşturulması ve geliştirilmesinde merkezi idare ile il özel idareleri ve belediyeler arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlar. Özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişiler kurmak istedikleri sosyal hizmet kuruluşlarının kurulmasının uygun olup olmadığının belirlenmesinde henüz planlama aşamasında iken valilik, belediye ve Genel Müdürlük ile işbirliğinde bulunurlar. Genel Müdürlük, gerektiğinde kamu kurum ve kuruluşları ile özel hukuk tüzel kişilerine ve gerçek kişilere her türlü teknik yardımda bulunur.
Toplu konut projelerinde, yerleşim bölgesinin ihtiyacının karşılanması amacıyla gerekli görülen sosyal hizmet kuruluşlarının tesisi ve sosyal hizmet programlarının yürütülmesi, Genel Müdürlük ile ilgili idarelerin işbirliğinde gerçekleştirilir.
İmar planlarında sosyal hizmet kuruluşları için yer ayrılır, bu konuda belediyeler ile Genel Müdürlük arasında koordinasyon ve işbirliği tesis edilir.
Mali kolaylıklar
Madde 56- Sosyal hizmet kuruluşlarına yapılacak her türlü ayni veya nakdi bağış, yardım ve vasiyetler vergi, resim ve harçtan muaftır. Bağış, yardım ve vasiyetlerin kullanılmasında bağış, yardım ve vasiyet yapanların koydukları ve kanunlara göre geçerli sayılan kayıtlara ve şartlara uyulur.
Gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri tarafından sosyal hizmet kuruluşlarına makbuz karşılığında yapılacak nakdi ve ayni bağışlar ilgili mevzuat hükümlerine göre yıllık beyanname ile bildirilecek gelirlerden ve kurum kazancından indirilir.
Sosyal hizmet kuruluşlarınca hizmetin gereği olarak ithal edilen makine, teçhizat, malzeme ve yayınlar gümrük vergisi ve buna bağlı vergi, resim ve harçtan muaftır. Bu muafiyet hükümleri bağış ve yardım yolu ile gelen aynı cins malzemeler için şartsız olarak uygulanır.
Kadrolar
Madde 57- Kaldırılan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne ait kadrolar 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ilgili bölümünden çıkartılmış ve ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki () sayılı cetvele “Sosyal Hizmetler Kurumu Genel Müdürlüğü” bölümü olarak eklenmiştir.
Madde 58- 6/5/1986 tarihli ve 3283 sayılı Bazı Kanunlarla Tanınmış Olan Gümrük Muafiyetlerinin Kaldırılması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasına “7/3/1954 tarihli” ibaresinden önce gelmek üzere “Sosyal Hizmetler Hakkında Kanun ile” ibaresi eklenmiştir.
Madde 59- 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 335 inci maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Ancak Sosyal Hizmetler Hakkında Kanunun 10 uncu maddesinde belirtilen şartlara ve usule uygun olarak korunması gereken çocuklar hakkında yetkili ve görevli mahkemece alınmış ve kesinleşmiş velayetin kaldırılması kararı bulunmamasına rağmen velayetin sosyal hizmetler birimlerine nakline karar verilebilir; velayeti tenfiz memuru atanabilir.”
Madde 60- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun;
a) 36 ncı maddesinin Ortak Hükümler bölümünün (A) bendinin (11) numaralı fıkrasına "Aile ve Sosyal Araştırma Uzman Yardımcıları" ibaresinden sonra gelmek üzere “Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcıları” ibaresi, "Aile ve Sosyal Araştırma Uzmanlığına" ibaresinden sonra gelmek üzere “Sosyal Hizmetler Denetçiliğine” ibaresi,
b) "Zam ve tazminatlar" başlıklı 152 nci maddesinin "II-Tazminatlar" fıkrasının "(A) Özel Hizmet Tazminatı" bendinin (g) alt bendine “Sigorta Müfettiş Yardımcıları” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sosyal Hizmetler Denetçisi ve Sosyal Hizmetler Denetçi Yardımcıları” ibareleri,
c) Ek göstergelere ilişkin eki () sayılı cetvelin "I- Genel İdare Hizmetleri Sınıfı" bölümünün (g) bendine “Sigorta Müfettişleri” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sosyal Hizmetler Denetçileri” ibaresi,
eklenmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)